Murat Turan/ Mayıs 20, 2020

İnandıkları değerler uğruna hakim güce boyun eğmeyerek ayakta duranları selamladığımız yazı dizimiz Dokuz Köyden Kovulanlara dördüncü bölümü ile devam ediyoruz.

Önceki üç yazıyı şu linklerden bulabilirsiniz: 1. yazı, 2. yazı, 3. yazı

11. Farkhunda Melikzade

Bu çok tüyler ürpertici bir hikaye ama yüreği ona bu eziyeti yapan yüzlerce cahil yobazdan daha büyük olan bu kadını bu sayfalara büyük bir gurur duyarak taşıyacağım. 2015 yılında 27 yaşında bir Afgan kadınıydı Farkhunda. Doğruyu söylemek bugün de dünyanın her yerinde zor. Özellikle büyük çıkar gruplarına ters şeyler söylüyorsanız. Ama eğitim seviyesi çok düşük olan ve bozulmuş İslam ile hem cahil kalmış hem de yüreği kararmış yobaz coğrafyalarda küçük bir adama ters düşmeniz bile felaketle sonuçlanabilir. Ama imtihan da buradadır. Doğruyu söylemekten kaçınmak Allah’tan korkmamak anlamına gelir. Halbuki Kur’an “Onlardan korkmayın, sadece Allah’tan korkun” der.

Gerçek İslamı bulma yolunda son yıllarda giderek yoğunlaşan kişisel çabalarımın neticesinde ulaştığım nokta şudur ki; maalesef, İslam dininin içine sonradan sokulan hurafeler ve bozuk inanışlar, mezhebi ister Alevilik, Şiilik ve Sünnilik olsun, ister kendisini başka bir şekilde ifade etsin, hemen tüm müslümanlara bir şekilde bir miktar bulaşmıştır. Bugün hakim olan dini inanış ve davranışların bir çoğunun sonradan sokulmuş hurafeler, yalanlar, kasıtlı saptırmalar olduğu gören gözlere ve akleden yüreklere malum ama, halkın büyük kesimi binlerce yıllık kemikleşmiş inanışlar ve sürekli olarak bozuk olanın kendisine eğitim ve propaganda yolu ile verilmesi yüzünden gerçeğe yaklaşmak şöyle dursun, giderek uzaklaşıyor.

Bazı mucize dua formülleri, belirli ayetlerin belirli sıra ve sayılarda okunması, muska, çaput, türbelerden medet umma, tespih çekme, ölünün arkasından yapılan ritüeller vb. binlerce uygulama başka dinlerden, özellikle de çok tanrılı ya da bozulmuş tek tanrılı dinlerden ithal edilmiş gariplikler.

2015 yılında Farkhunda kızımız Afganistan’da bir türbeye gidiyor ve muska satan, bunda yazanlar ile insanlara iş, para, evlenme gibi isteklerinin olacağı yalanı ile umut satan bir adam görüyor. Ona rağbet eden kadınlara bunun yanlış olduğunu, dinimizde böyle uygulamalar olmadığını, Allah’a dua etmek dışında bir aracın ya da aracının onlara yardım edeceğini ummanın bir tür şirk olduğunu söyleme gafletinde bulunuyor.  Sonrasını müsadenizle internetten alıntılayarak buraya aktarıyorum:

 

“Farkhunda, 27 yaşında bir Afgan kadınıydı. Öğretmen olacaktı. 19 Mart 2015 tarihinde bir caminin önünde muska satan bir molla ile tartışmasının bedelini bir grup öfkeli erkek tarafından linç edilerek ödedi. Taşlar ve sopalarla feci şekilde dövüldü, yerlerde sürüklendi, bir çatıdan aşağı atıldı, arabayla çiğnendi ve benzinle yakılarak can verdi!

Üstelik o insansıların arasında bütün bu vahşetin her saniyesini videoya çekenler vardı, ibreti âlem için bütün dünya görsün ve korksun diye. Yüreği yetenler Youtube’dan aynen izleyebilir..

Peki, ne yapmıştı Farkhunda?

O, bir molladan kötülükleri kovmak için muska satın alan kadınları bunlara para vermeyin, bunların İslam’da yeri yoktur diye uyarmıştı sadece. Çocuğu olmayan, hastalıklarından kurtulmak isteyen zavallı insanların kâğıt parçalarından medet ummasını doğru bulmuyordu. Bunu gidip o caminin önünde o din satıcısıyla tartışma cesaretini göstermişti Farkhunda. Bedelini canıyla ödeyeceği o karşı duruşu sergilemişti.

Bir ay sonra, 19 Mart 2015 günü o türbeye yeniden gitti ve satıcıyla karşılaştı ancak bunun son anları olduğunu bilmiyordu. Plan yapan muska satıcısı elindeki birkaç parça kağıdı yaktı ve eski bir Kur’an’ın içine koyarak bağırmaya başladı: “Kadın Kur’an’ı yaktı, Siz nasıl müslümanlarsınız? Gelin, dinimizi savunun!” Apaçık bir linç çağrısı olan bu bağırtının ardından meydandaki kalabalık toplandı. “Ben bir Müslüman’ım ve Müslümanlar Kuran yakmaz” diye feryat etti ama dinletemedi. İftiralara Ferhunde’nin Amerikan sempatizanı olduğu ve yabancılar adına çalıştığı da eklendi ve polis müdahale etti. Ferhunde sorguya götürülmek istendi ancak kadın polis talep etti. Bu sırada biri onu iterek yere düşürdü ve meydan adeta alev aldı; bu sonun başlangıcıydı.

Yerdeyken tekmelenen ve kanlar içinde kalan Ferhunde’ye karşı kalabalığın öfkesi geçmedi. Havaya ateş açan polis kalabalığı dağıtamadı ya da dağıtmak istemedi; kurtarabilmek için Ferhunde’yi bir çatıya çıkardı. Hırsını alamayan onlarca insan evladı(!) Ferhunde’yi o çatıdan aşağı attı, düştükten sonra tekmelemeye devam etti, yolun ortasına taşıdıktan sonra arabayla üstünden geçti, nehrin kenarına taşıyıp taşladıktan sonra da üzerine benzin dökerek yaktı.

Vahşeti durdurmak için çevredeki polislerden yardım isteyen birkaç doğru düzgün insanın aldığı cevap ise, boş verin bu da İslam düşmanlarında ibret olsun şeklindeydi. O öldürülürken, bedeni paramparça edilirken öylece bekledi polisler.

Sonra babasını aradılar. Gel, kızın bir ‘günah’ işledi al götür dediler. Öyle ya, bir din satıcısın sahtekârlığını yüzüne vurmaktan daha büyük bir ‘günah’ olabilir miydi? Hakkında bir sürü palavra uydurdular. Akli dengesi bozuk bir kadın Kuran yaktı dediler. Oysa onun istediği hurafelerden ve din bezirgânlarından arındırılmış bir dindi ve bunu dile getirme cesaretini göstermişti, hepsi bu.

  • Alıntı birkaç farklı kaynaktan birleştirilerek yapılmış ve tüm kaynaklar yazının altında belirtilmiştir…

Bu konu İslam tarihinden, insan psikolojisine, sürü halinde insanın toplu davranışlarından temel ahlak tartışmalarına kadar binlerce sayfalık yazı kaldırır. Bunun yanlış olduğunu, Kur’an’da bu yapılanların kaç farklı yerde kınandığını, kaç ayeti çiğnediklerini yazmıyorum bile. Kur’an’ı ve ayetlerini, Allah’ın emirlerini ve peygamberin tüm davranış modellerini, sünnetini taşlayıp yakmışlar aslında. Ama asıl inanılmaz olan bunu, çiğnedikleri değerleri koruduklarını zannederek yapmaları. Ama Kur’an’ı korumak ya da ona saygısızlık yapanı cezalandırmak filan yok aslında davranışlarının özünde. Bu, içlerinde birikmiş nefret ve pisliğin dışa vurumunu maskelemek için kendilerine uydurdukları bir yalan. Neden böyle cahil ve nefret dolu oldukları ise bu bloğun sınırlarına sığmayacak kadar büyük olan ama tüm İslam camiasının cesaretle yüzleşmesinin şart olduğu bir konu…

Allah rahmet etsin Farkhunda, benim inandığım dinde, sen kocaman yüreğin ve cesaretinle, haksızlığa uğraman ve zulüm görmen nedeni ile harika bir netice ile karşılaşacaksın ve o zaman, tüm bu yaşadıklarına değecek.

12. Uğur Mumcu

Beni ömrümde bu yazı dizisi kadar zorlayan hiçbir araştırmam ya da çalışmam olmadı. Hadi buyurun bakalım; bu koca yürekli kahramanı anlatın anlatabilirseniz. Sayfalara, kitaplara sığmayacak adamı ben nasıl birkaç paragrafta özetleyeyim. Kimin ilk olarak söylediği belli olmayan o güzel söz aynen benim için de geçerli: “Kusura bakmayın, kısa yazacak kadar vaktim yok”.

Oynanan büyük tiyatronun arkasındaki dümeni görebilen az gözden biriydi Uğur Mumcu’nun gözleri. Ama gördüklerini açıkça yazabilen çok çok çok az yürekten birine de sahipti. Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük “gerçek” gazetecilerden biriydi. Analizleri, yorumları, araştırmaları, gerçeği görme yeteneği ve korkusuz inatçılığı ile bir konunun peşine ısrarla takılması onu efsane yapıyordu.

Uğur Mumcu filanca tarihte falanca yerde doğmuştur ve bir takım okullarda okumuştur. Onlara merak ederseniz bakarsınız. Ama asıl önemli olan şu ki o, döneminin “Musa”larından biridir ve firavunların hepsine kafa tutmuştur. Akabe** yokuşunda bize birkaç tur bindirmiş, Karun’la*** kafa yapmış, Firavunların ipliğini pazara çıkarmıştır.

Biraz bakalım “yürürlükte olan din“e göre ne gibi büyük günahlar işlemiş bu harika adam;

  • 1975 yılında kendi makalelerinden oluşan “Suçlular ve Güçlüler” kitabını yayınladı.  Aynı yıl “Mobilya Dosyası” adlı kitabı da çıktı ve bu kitap Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in hayali mobilya ihracatını konu alıyordu.
  • 1977’de “Sakıncalı piyade”,- ki sonradan oyunlaştırılmıştır – ve “Bir pulsuz dilekçe” kitapları yayınlandı. Her çalışması ve makalesi derin yolsuzluklar, ahlaksız devlet içi ilişkiler, yabancı devletlerin gizli politikalarını doğrudan hedef alır ve bunu delilli, ispatlı, araştırılmış halde yapardı.
  • 1981’de terör ve silah kaçakçılığı ilişkilerini ortaya çıkaran çalışmasını çıkardı. Aynı yıl kirli siyaset çok karışıktı. Mehmet Ali Ağca Papaya suikast düzenlemişti. Bunun arka planını anlamak ve açığa çıkarmak için Uğur Mumcu yakından Ağca’yı incelemeye, onunla görüşmeye ve olayları çözmeye başlamıştı.
  • 1982, Ağca dosyasını ve ardından Terörsüz Özgürlük kitabını yayınladı. Türkiye’de terör giderek tırmanıyor darbe sonrası çok zor bir dönemden geçiliyordu. Ağca ile cezaevinden röportaj da yapmıştı o yıllarda.

  • 1984 yılında bir başka dokuz köy sakini olan Aziz Nesin öncülüğünde oluşturulan “Aydınlar Dilekçesi”nin hazırlanmasına katkıda bulundu. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren bu dilekçeye imza atanların vatan haini olduğunu söyledi (ne kadar tanıdık değil mi?) Bu dilekçenin içeriği ile ilgili yazı sonundaki linklerden daha fazla bilgi edinebilirsiniz… Aynı yıl Papa – Mafya – Ağca kitabını da yayınladı

 

  • 1987 yılında bir araştırmacı gazetecilik baş yapıtı olan ve bugünü bize o yıllarda anlatan efsane çalışması “Rabıta” yı yayınladı. Hemen ardından da 12 Eylül kitabını.
    Yurtdışındaki din görevlilerine Suudi paralarının akıtıldığını belgelerle ortaya koyan kitap, ‘İslami Devlet Kurulacak Elbet, Avrupa Milli Görüş Teşkilatları, Süleymancılar, Rabıta, Olaylar Nasıl Yansıdı? Haberler-Yorumlar, Belgeler’ ana başlıkları altında konuyu bilimsel diyebileceğimiz bir özenle ele almaktadır. (Kaynak)
  • 1991 de “Kürt – İslam Ayaklanması” araştırması yayınlandı.
  • 1993 yılında MOSSAD ve Barzani isimli araştırmasını yayınladı. Çalışmasını şu sözlerle bitiriyordu;
  • “Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında?” “Yoksa CIA ve MOSSAD, anti-emperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?”

     

  • 8 Ocak günü gazetesindeki makalesinin başlığını “Ültimatom” koymuştu. Firavunlara gülüyor Karun’la kafa yapıyordu demem bundandır. O yazıda yakında istihbarat örgütleri ile Kürt milliyetçileri arasındaki bağlantıları açıklayacağını yazmıştı. Ayrıca Polis – Mafya – Siyaset ağını da derinlemesine inceliyordu.

Şer ve pislik odaklarının iyi insanlara karşı tavrı tarih boyunca hiç değişmemiştir. Önce açıklarını ararlar, düşmanları bunu bulamayacakları kadar temiz ve düzgün ise iftira eder, kanıt uydurur, karalama ve itibarsızlaştırma çalışmaları yaparlar. Karşılarındaki Uğur gibi bunlarla da yıpratamadıkları hatta tehditlerine gülümseme aldıkları bir dokuz köy sakini ise geriye tek seçenekleri kalır. Nitekim büyük üstat Uğur Mumcu da 24 Ocak 1993 günü arabasına konan bir bombanın patlaması neticesinde bizi bırakıp cennetteki en büyük köşklerden birindeki kalıcı ikamet adresine taşınmıştır. Zinhar, haşaa, nerden biliyorsun diyenlere hatırlatayım; zulme karşı durmak, Allah’tan başkasına boyun eğmemek, hak ve doğru için meşakkatli zor yoldan gidebilmek Müslümanlıktır, ibadettir, doğru insan olmaktır.

Bu büyük üstadın nezdinde aynı dönemin ve yakın tarihimizin büyük kahramanlarını da analım;

Abdi İpekçi, Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Gün Sazak, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç ve daha zikredemediğimiz niceleri. Bizim köy öyle üç beş kişiden oluşmaz ama çok da kalabalık değildir. Hepsi yakın dönemlerde suikastlara kurban gitmiş ve failleri asla açığa çıkartılmamıştır. Faillerinin araması, davalarının görülmesi süreçleri trajikomiktir.  Hepsine Allah’ın rahmeti ve bereketi olsun…

Rahmetli Uğur Mumcu önemli bir gerçeği yüzümüze çarpıyordu;

 

İnsanlar sadece konuştukları şeylerden değil, sustukları şeylerden de sorumludurlar.

 

O susmadı ve imtihanı geçti. Yazıyı onun çok değerli bulduğum bir kaç görüşü ile bitirelim;

 

“Kimi ölüler bize ne kadar yakın. Yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü.”

“Cemaatlere, tarikatlara giren çocuklar 30 sene sonra general olacaklar cumhuriyete karşı ayaklanacaklar. Gerçekte vicdan özgürlüğü, gerçekte demokrasi laik toplumda meydana gelir.

Çünkü anti-laik toplumda dince kutsal sayılan kavramlar, siyasal amaçlar için her gün sömürülür. ya da Türkiye’de olduğu gibi Arap sermayesi tarafından Türkiye’de kurulan banka sistemlerinde olduğu gibi mali çıkarlar açısından sömürülür. Bu bir sömürüdür. Mustafa Kemal de dinin gerçek yerine oturtulması, Allah ile kul arasında bir kutsal duygu olarak korunması amacıyla laikliği getirmiştir. İngiliz emperyalizminin, Arap kapitülasyonun aracı olmaması ve siyasi sömürü aracı olmaması için. ”

“Milliyetçilik, ‘vatan, millet, Sakarya, kan, ırk, bayrak’ edebiyatı mıdır, yoksa ulusun çıkarlarını, onurunu herkese karşı savunmak; yani tam bağımsızlık mıdır? Ülkenin onuru ayaklar altında çiğnenirken, ‘vatan, millet, bayrak’ edebiyatını yani milliyetçiliği sadece kitleleri uyutmak, kandırmak için kullanıp aslında bütün bu değerleri salt kendi siyasal ya da bireysel-sınıfsal çıkarları için kullanmak milliyetçilikse, bunun karşıtı nedir?”

 

Hepsine en derin saygı ve sevgilerimle…

 

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ferhunde_Melikzade
https://onedio.com/haber/kuran-yaktigi-iddiasiyla-linc-edildi-ve-yakildi-insan-evladinin-canavarlasmakta-sinir-tanimadigini-gosteren-ferhunde-874984
https://www.dw.com/tr/idamlar-iptal-edildi/a-18558565
http://bianet.org/biamag/bianet/19444-aydinlar-dilekcesi-tam-metni
https://www.hurriyet.com.tr/ugur-mumcuyu-kim-neden-oldurdu-22430246
https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/ugur-mumcu-kimdir-usta-gazeteci-ugur-mumcu-26-olum-yildonumunde-aniliyor-3245078/
https://www.cnnturk.com/turkiye/turkiyeyi-sarsan-suikastlar

**Akabe Kur’an’da ifade edilen dik bir yokuştur ve insanın nefsine zor gelen şeyi yapması, zor zamanlarda paylaşması, boynu bükük, mazlum için uğraşmasını temsil eder. Allah insana iki göz ve iki kulak verdiğini ve doğruyu seçmesini beklediğini söyler. Daha fazlası için lütfen üzerinde düşünerek Beled Suresini okuyunuz…
*** Musa, Karun, Firavun atıfları için Dokuz Köyden Kovulanlar -3 yazımın giriş kısmına bakabilirsiniz…

 

Share this Post