Kadının toplumun içindeki yeri, ona nasıl gözlerle bakıldığı, hangi özgürlüklerinin olduğu ya da olmadığı gibi konulara bakarak tarih boyunca insanın kültürel, ahlaki açılardan içinden geçtiği dönemleri görmek ve bu pencereden insanoğlunun serüvenini izlemek mümkündür.
Bu kez kadını merkeze alarak tarihte dolanmak ve günümüze uzanmak üzere yelkenleri açıyoruz. Vira bismillah.
Tarihte Kadın
Bütün hikaye onun yaratılması ile başlıyor. Tanrı insanı iki cins olarak var ettiğinde ve ona kendilerine has özellikler bahşettiğinde onları çok güzel bir “bahçeye” yerleştirmiş ve diledikleri her şeyi zahmetsizce elde ettikleri güzel bir yerde var etmişti. Ancak onlara diğer varlıkların çoğuna bahşetmediği bir özelliği; seçme ve karar verme özgürlüğünü, nefsi ve vicdanı, iyi ya da kötü olabilme özelliğini de vermişti. İşte o an, binlerce yıllık insanlık serüveni de başlamış oldu.
Sonrası birçoğunuzun malumudur. Tanrının yemelerini yasakladığı tek bir meyve vardı ve onlar da gittiler onu yediler. Neden yediler, nasıl yediler, yemelerine şeytan mı sebep oldu yoksa kendi merakları mı? Bu sorular insanlık tarihi kadar eski olup bunlara inanıp inanmamanız ve inanıyorsanız bu sorulara nasıl cevaplar verdiğiniz sizin dine, hayata bakışınızı da şekillendiriyor.
“O an” ile günümüz arasındaki zaman diliminin çok önemli bir kısmı yazı, Google gibi icatlar maalesef yapılmadığı için silinip gitmiş, ancak tarihçilerin tozlu kalıntılar arasından çıkarıp çözebildiği kadarı ile, kadın, insan evriminin hep çok önemli bir taşı olmuş ve ona atfedilen vasıflar büyük değişimler geçirmiş.
Kadının Tanrının özelliklerini taşıdığına inanılan, onun yaratma yetisine sahip olduğu düşünülen bir dönem var insan tarihinde. Antik dönemde, Yunanlıların da öncesinde tüm tanrıların kadın figürleri olduğunu görüyoruz. Aynı şekilde doğu medeniyetlerinde de toplumun yapısı anaerkil, tanrı da “dişi” bir varlık.
O dönemde insanın en büyük kaygısı doğaya karşı. Henüz eli pek alet yapmamış ve insanoğlunu hayatta tutan, kadının doğurganlığı ve sıcaklığı. Yıllar geçip insanlar çoğaldıkça, insan doğaya daha egemen olmaya başladıkça ve kaygısı doğadan çok komşu kavimler olmaya başladığında bu kez erkeğin kas gücü, savaşçılığı daha değerli olmaya başlamış. Paralel olarak kadın tanrı fikrinin zayıfladığını ve tanrıların “erkek”leşmeye başladığını görüyoruz.
Bunların tarihi seyri çok ilgi çekici olsa da detay vermek bu yazıyı çok uzatacağından özetle şunu söyleyelim: insanoğlu, kadının baş tacı edildiği ve asli karar verme noktasında olduğu dönemlerden, kadının kapıdaki köpek kadar bile değerinin olmadığı dönemler arasında sürekli gidip gelmiş. Onun konumu ile insanın hayat ve dünya görüşü arasında birebir ilişkiler olduğundan, doğru şekilde incelenir ve yorumlanırsa, birini izleyerek diğerini de anlamak mümkün.
“…Ağırlıklı olarak tarıma dayanan ve ev ekseninde öbekleşmiş toplumlar hiç değilse eşitlikçi ve büyük olasılıkla da çoğu etkinliğin odağında annenin yer aldığı anaerkil toplumlardı. Öte yandan kent yaşamı daha çok erkeğe yönelikti. Silah altındaki ordulara duyulan büyük gereksinim evden ayrılabilecek erkekleri gözetiyordu. Önemli mesleklerdeki uzmanlıklar da – çömlekçiler, demirciler, askerler, yazmanlar, rahipler – erkeklerden yanaydı çünkü kadın çocuk bakma görevi ile evde bırakılıyordu… Böylece krallar kraliçeler karşısında önem kazandı. Tapınaklar erkek rahiplerin yönetimindeydi ve ya tanrıları “erkek” figürü oluyor ya da krallarını tanrısallaştırıyorlardı… Bu değişikliğin tarihteki etkisi ölçülemeyecek kadar büyüktür… Fikirler Tarihi, Peter Watson, syf. 159”
Kadının toplum içindeki yeri çok kısa dönemlerde ve Orta Asya Türkleri gibi sınırlı toplumlarda nispeten yükselse de çok büyük bir oranda, bazen inanılmaz derecelerde düşüşler yaşayarak, hep aşağı seviyede oldu.
“Antik Roma’da belirli bir dönem kadınlara isim bile verilmiyordu; Prima Seconda gibi “Birinci, İkinci” anlamına gelen isimler veriliyordu. Kadınlar, doğuş sıralarına göre numara alıyorlardı. Bu gelenek günümüzde Araplarda halen devam etmektedir. Örneğin Rabia “dördüncü” demektir. Vahide, Saniye, Selase, Rabia…”
Kadın kavramı Yahudilikte ve Hristiyanlıkta orijinal metinlerin önemli derecede tahrifi ile yozlaşmış ve ekseninden çıkmıştır. Çünkü Tevrad’ın muhtelif metinlerinde kadın farklı şekillerde işlenir. Birinde, Tanrı tarafından kadın ve erkeğin eşit olarak yaratıldığı ve dünyaya birlikte gönderildiğine vurgu yapılır. “‘Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı.” Bu eşitlik kavramına üç kez arka arkaya yazılarak önemli bir vurgu yapılmaktadır. Ancak sonraki metinlerde kadının erkekten yaratıldığı, erkeğe yardımcı olmak için, ona hizmet için yaratıldığı gibi ilk metne çelişkili ifadeler yer alır. Bunlara ilaveten sonradan Hristiyanlığa da, günümüzün bozulmuş İslamcılarına da bulaşan bir başka görüş ortaya çıkar:
Buna göre Aden bahçelerinde gayet güzel yaşarken yılan formundaki şeytana kanan, Adem’in günah işleyip o “cennet”ten kovulmasına yol açan Havva’dır. Bu, kadının kolay aldanan, hilekar, zehirli, tehlikeli bir varlık olduğu sonucuna ulaşmıştır ilerleyen yüz yıllarda. İlk günahın sebebidir artık kadın.
Hristiyanlıkta kadın sürekli ayıplanmış, aşağı kılınmış ve değersizleştirilmiştir. Öyle ki, ruhban sınıfı onu ekonomik bağımsızlığından, hatta çocukları üzerinde bir hak sahibi olmaktan bile mahrum etmişlerdir.
“…Allah, bir erkeğin yüzünde bir kadına karşı aşk ve sevgi görürse, bu kadın adamın eşi dahi olsa gazaplanır. Zira, bir insanın kalbinde Allah sevgisi dışında bir sevgi olmamalıdır. İsa kadınsız yaşadı. Öyleyse “Mesihi” olmak isteyen bir kimse bir kadına asla ilgi duymamalıdır. Rahip ve rahibeler asla evlenmezler zira evlilik bağı Allah’ı kızdıran bir bağdır…
…Adem’in evladı olan erkek ne zaman bir kadına ilgi duysa – kendi karısı bile olsa – ilk ve asli günahı tekrarlamış ve Adem’in günah ve isyanını Allah’a hatırlatmış olur… Kadın, Ali Şeriati, Syf. 88”
Orta çağ düşüncesinde kadın bu kadar iğrenç ve aciz bir varlıktı ve evlenene dek babasının sonrasında ise kocasının malı olarak değerlendiriliyordu.
Kadının işe yaradığı tek şeyin çocuk yapmak olduğu dönemlerde aynı zamanda insan hayatı çok sağlıksız ve kısaydı. Çocukların birçoğu ölüyor, halk ancak 40 – 45 yaşına kadar yaşayabiliyor ve savaşlar erkeklerin çoğunu yok ediyordu. Bir kadın yılda ancak 1 evlat verebildiğine göre basit bir matematikle 4 – 5 kadın almak ve olabildiğince çok çocuk yapmak soyun devamlılığı için gerekliydi. Bu 4 -5 kadının ne hissettiği ve ne kadar mutlu olabildiği ise hiç ama hiç akla getirilmeyecek bir soruydu.
Kadının erkeğin zevkine göre şekillenmesi ve o amaca hizmet etmek için büyütülmesi Çin’de de, Japon kültüründe de, Doğu ve Batı nereye giderseniz gidin her kültürde benzer şekillerde gerçekleştirildi.
Kadının bu muameleye razı edilebilmesi için ise her zaman Ali Şeriati’nin “eski eşekleştirme” olarak tarif ettiği yöntemler kullanıldı. Kendi çıkarları için Tevrad’ı, İncil’i ve maalesef İslam’ın güncel yorumlarını tahrif eden erkek, kadına bu görevin, bu haliyle kendisine Allah tarafından verildiğini söyledi. Kadının okumasına, bilinçlenmesine her zaman şiddetle karşı çıktı.
Garip olan şu ki, az önce M.Ö 21.000 yılına ait olduğu bulunan Ana Tanrıça heykellerinden 2020 yılına kadar geldik ama yukarıda ne yazılı ise bugün birebir olarak uygulanmaya devam etmektedir.
Ancak devir değişti. İnsanlık türlü merhalelerden geçti ve birçok toplumda kadın kendi gücünü yeniden kazanmak için önemli adımlar attı. Bozulmuş, kokuşmuş dinin temsilcisi şeyhler, hocalar, papazlar giderek daha az etkili olmaya başladı. Eski eşekleştirme metotlarının işe yaramadığı noktada “Yeni Eşekleştirme” metotları ortaya çıktı.
Eski baskılara ve ortaçağ kafasına tepkili olan özellikle Batılı halk için abartılmış bireysellik, cinsel özgürlüğün sürekli övülmesi, kadının bir cinsel objeye dönüştürülmesi tuzakları kuruldu.
Zayıf görünmek, güzel görünmek, seksi olmak sürekli övülüyor ve herkes aynı formata girmek için tüm hayatını buna adıyor. Sonunda boşa harcanmış bir hayat kalacak ellerinde ama bizi özellikle sömürmek ve itaat eden köleler halinde tutmak isteyen hakim güç için bu, onları ilgilendirmeyen bir detay.
“…Tıpkı eski dönemlerde eski sömürünün yararına kadını geleneksel cehalete ve toplumsal geri kalmışlığa mahkum ettiği gibi. Çünkü sömürgeciler bizim kızlarımızın Avrupa’lı kadınlar gibi düşünmelerini, onlar gibi çalışmalarını istemiyor. Bizim kızlarımızın fikir üreten, özgür ve yaratıcı olmalarını istemiyorlar.
O, Avrupalı olmayan geleneksel toplumlarda kendisi için çok önemli iki rolü ifa etsin diye bizim kızlarımızdan “bar kızları” yapmak istiyorlar.
Birincisi; yeni neslin düşünce, duygu, istek ve çabalarının yönünü “ulvi uzuvlardan” (kulak, göz, kafa, kalp) “süfli uzuvlara” yöneltmek. Cinsel özgürlüğü öyle empoze edecekler ki varlığımızın anlamını, din ve milletimizin temellerini, tarihi şahsiyet ve asaletimiz olan tüm “kültürel bağları” parçalayabilsin…
İkincisi hem kadının kendisi tüketsin ve tüketim hayranı olsun, hem de toplumu tüketime körükleyen bir tüketim aracı olsun… Kadın, Ali Şeriati, syf. 85”
Bir tarafta baskılanan, cahil bırakılan, eve tıkılan ve bu sayede kontrol edilen kadın ve diğer tarafta “özgür” olduğunu düşünürken başka bir esaret ile kontrol altına alınmış kadın. İkisi de siyasetten uzak, düşünce sistemine katkıları yok, herhangi bir değer üretmiyorlar. Sadece kendilerine biçilen görevi yapıyorlar. Bakın çevrenize. Kadına başka bir şekilde yeniden bakın. Her iki ucu da bol miktarda göreceksiniz.
Hayattaki tek mutluluğu bazı uzuvlarının erkekler tarafından rağbet görmesi olan modern cariyeler, güzelliklerini pazarlayan, bu sayede ilgi, beğeni, tıklanma sayısı vb. gibi kazançlar elde eden kadınlar, tüketici algısı oluşturmak üzere dondurma reklamlarından tutun televizyonlardaki “Moda” programlarına kadar birçok alanda kadın cinselliğinin, giyiminin, dış görünüşünün sürekli dikte edilmesi tamamen modern eşekleştirmenin sonuçları ve araçlarıdır.
Bakın şu ana dek mesleği para karşılığında erkekler ile birlikte olmak olan kadınlardan hiç bahsetmedik. Onlar en düzgünleri ve en dürüstleri aslında. Hükmünü vermek bize düşmez ama bir çoğu da başka şansı olmadığı için bunu yapmak zorunda olabilir ve bu konu tartışmamız dışındadır.
Kadının fiziksel zayıflığı ile başlayan alt kesimde görülmesi hikayesi, hemen her çağda başka formlara bürünmüş, ama değişmez olarak kadın, toplumu şekillendirmek ve baskılamak amacı ile kullanılmıştır. Zira o, erkeğin en büyük zaafıdır aynı zamanda.
4 Farklı Kadın Türü
Ali Şeriati “Kadın” kitabında dört temel kadından bahseder:
Birincisi; özellikle adına din ve gelenek denen ama öz din ile hiçbir alakası olmayan inançlar ile baskılanmış, eve kapatılmış, okumasına ve kendini ifadesine hiç izin verilmemiş kadınlardır. Binlerce yıldır bir mal olarak görülmüş ve isyan etmemesi için türlü baskılara maruz kalmıştır. En aşağılıkları ise erkek evlat doğuramayanlarıdır ki, aslında çocuğun cinsiyeti tamamen erkekten gelen sperm ile belli olur. Kadın XX kromozomu taşıdığından çocuğun XX mi XY mi olacağı %100 babaya bağlıdır. Ama bunun ne önemi var değil mi?
İkincisi; bizim Anadolu kadını olarak tanıdığımız, baş tacı ettiğimiz, “ANA” dediğimiz kadın tipidir. Baştan aşağı kendini adama ve fedakârlık örneğidir onlar. Tarlada çalışır, hayvanları güder, çocuklara bakar ve hatta kalan zamanlarında el işi örerler. Erkekleri kahvede pineklerken hayatın tüm çarklarını tek başına çevirir, üretir, değer katar ve hatta sanat yaparlar. Hem de hemen hiç eğitimleri olmadan.
Üçüncüsü Ali’nin deyimi ile “Hiç ve Anlamsız” kadınlar: Bunlar modern eşekleştirmenin, beyin boşaltmanın, hayatı sadece görünüş ve maddeye indirgemenin sonucudur. Dışarıdan özgür görünseler de aslında tüketim canavarının, kapitalizmin gönüllü kölesidirler. Ne okur ve fikir üretirler ne de ana gibi iş çevirip çocuk yetiştirirler.
“…Ekonomik imkânları varsa hizmetçi, bakıcı ve uşak tutar…
…Köylü bir kadın olmadığı için tarlada üretime katkı sağlamaz. Besici olmadığı için eşine yardım etmez. Avrupalı bir kadın olmadığı için dışarıda bir iş yapmaz. Tahsilli olmadığı için fikir üretmez. Sanatla ilgilenmez. Evde sütannesi olduğu için çocuğuna süt vermez. Uşağı olduğu için alışverişe gitmez. Hizmetçisi olduğu için ev işi yapmaz. Bakıcısı olduğu için çocuğuna bakmaz. Aşçısı olduğu için yemek pişirmez. Hatta kapıyı bile açmaz. Peki, bu nasıl bir yaratıktır? Bu canlı varlık ne iş görür? Bu dünyada nasıl bir rolü vardır? Hiç!…
…Peki, bunların işi ne? Tüketmek, sadece tüketmek. Vakitlerini nasıl geçirir bunlar? Çok meşguldürler. Gece gündüz doludurlar. Sanatçı ve köylü kadınlardan daha çok işleri vardır. Mesela ne yaparlar? Dedikodu, kıskançlık, gösteriş, makyaj, süslenme, rekabet, iftira, böbürlenme, iddialaşma, övünme, şamata, naz, eda, tavır, işve, cilve ve yalan.
Kadın, Ali Şeriati, Syf. 111 – 112”
Şimdi bakalım Ali’nin tespitleri doğru mu? Kızlarımızın en özendiği, en olma hayali kurduğu kadın tipi hangisidir? Hangisi dizilerde, filmlerde, programlarda çokça gösterilir. Hangisinin rahat ve şaşalı hayatları övülür durur?
Dördüncü ve son olarak Avrupalı kadın der Ali Şeriati. Aslında bundan kastı sosyal ve ekonomik olarak erkekle eşit şartlara sahip, kendisini yetiştirmiş, üreten, sorgulayan, hayatı yaşayan ve hayata değer katan kadınlardır. Bu kadını ne eski ne modern eşekleştirme ustaları sevmezler. Gelişmemiş ülkelerin kızları bunları tanısın, bilsin, onlara özensin istemezler. Çünkü kalkınan, eğitimli kadın, kalkınan eğitimli toplum demektir.
“Avrupalı kadın” olarak tarif edilen kadınların ortaçağda baskılanan kadına bir tepki olarak ortaya çıkışından ve zamanla kendi haklarını ellerine alışından bahsetmiştik. Bu elbette bir gecede olmadı ve elbette altında yatan pek çok farklı faktör var. Ancak bu kadın da bazı manevi değerlerden uzak, aşırı benmerkezci, fedakarlık ve anaçlık duygularından beri olabilir. Bazıları çocuk yapıp bakmayı anlamsız bulabilir. Diğerleri aile kurmanın gereksiz bağlanma olduğunu düşünebilir. Toplumsal bağları bir arada tutan ve yeni nesilleri yetiştiren aslen kadınlar olduğuna göre haddimiz olmayarak ideal bir kadın tarifi vermeye kalksak ben buna “Modern Anadolu Annesi” derdim. Çünkü bana göre yaradılıştan gelen fıtratı, yani özündeki kodlaması gereği kadın hem anaçtır, hem fedakardır, hem de korunma ve sığınma iç güdüsüne sahiptir. Eğer özgürlük adına bunların tamamından çok uzaklaşırsa bu kez de kendisini başka bir mutsuzluğun içinde bulacaktır.
Eğer fıtratındaki özellikler korunsun bahanesi ile kendini ifade etme, eğitim, değer üretme hakları elinden alınırsa bu kez de tam tersi yönde mutsuz kadınlar buluruz. Tıpkı yobazların ve İslam’ın verdiği hakları İslam adına kadınlardan alanların istedikleri gibi.
Anlam Arayışı
Bir genç kızı düşünün. Annesi, katılanların birbiri ile anlamsız gösteriş yarışlarına girdiği günlerde, toplantılarda geziyor. Hayata dair fikirleri yakındaki diğer kadınların neler yaptığı, neler giydiği ve neler aldığından ibaret. Sosyal hayatı düğünler, sözde “dini” bazı törenler (okumalar, mevlitler, 7 si, 40’ı gibi gelenekler), “baby shower” gibi ne olduğunu hala anlayamadığım etkinlikler, “brunch”lar vb. şeylerle dolu. İçi boş, anlamsız, hedefsiz konuşmalar, tatlı yalanlar, gösterişler, dedikodular.
Kızımız kendisini zorla bunların içinde buluyor ama hepsini sıkıcı, saçma ve anlamsız görüyor. Kaçmak istiyor. Karşılığında kaçabileceği yer de diyelim ki, partiler, barlar, gece kulüpleri. Çoğu türlü uyuşturucularla kendinden geçmiş, “zıvana”dan çıkmış gençlik toplanmaları. – Uyuşturucudan maksat sadece eroin ve benzerleri değildir, aklı durduran, insanı düşünmek zahmetinden kurtaran her şey kastedilmiştir – Hepsinde kendisini cinsel bir obje olarak görüyorlar ve buralar da annesinkilerden daha anlamlı, amaçlı değil. Buralar da yozlaşmanın, kendine yabancılaşmanın, fıtrat ekseninden kaymanın başka bir şekli.
Bu kızımız bunlara da meyletmiyor ve insani şahsiyete, ahlaka, manevi hazza, bilime, kültüre, edebiyata, sanata yönelmekle ilgili bir istek duyuyor. Ancak çevresinin ve ona öğretildiği kadarı ile dinin ona verdiği şeyler; “yapma”, “gitme”, “konuşma”, “sorma”, “isteme”, “yasak”, “ayıp”, “günah” gibi kurallar ve yasaklar silsilesinden ibaret.
İnsanın hedefi, yaşam felsefesi, sorumluluğu, kendisi dışında kaygı duyduğu başka canlar, doyurabildiği bir manevi haz isteği, anlamı olmadıkça yaşaması çok zordur. Mecburen kendini ya alkole, ya alışverişe, ya aşırı harcama ve lükse vermek zorundadır. Veyahut değeri, pahalı oyuncaklarda, arabalarda, elbiselerde aramalıdır. Ya da ilgi çekebilmek uğruna vücudunu açmalı, abuk videolar çekmeli ve ne kadar “tıklandığına” bakarak mutluluğu aramalıdır.
Bu kızın, eğer çok yetenekli ve şanslı değilse bu girdaplardan birine çekilerek yaşamını heba etmesi çok muhtemeldir.
Eğitim ve çok daha önemli olarak bilinç ve farkındalık kazanmak herkese ama en çok da kadınlarımıza gereklidir. Çünkü onları bir kez doğru şekilde bilinçlendirirseniz toplumun geri kalanını kolayca peşlerinden sürüklerler.
İslam ve Kadın
Hristiyanlıkta kadına nasıl bakıldığından bahsetmiştik. Bu tavır birçok açıdan Yahudilikteki gibidir. Her iki inanışta da kadın asla eşinden boşanmamalı, ne şart altında olursa olsun aile kurumu devam ettirilmelidir.
“Şoşana, İsrail’de yaşıyor, kocası Aaron ise Amerika’da. Yerel Yahudi mahkemesi, Aaron’un boşanma belgesini vermesi yönünde karar almış da olsa, Amerika’daki eş buna yanaşmıyor.
Dini geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan Şoşana, boşanıncaya kadar başka bir erkekle flört edemiyor veya ilişkiye giremiyor.
“Kocasının boşanma belgesi vermediği bir kadın, tam anlamıyla rehine durumunda. Kocası, kadını yalnızlığa mahkum ettiği için, bu en büyük psikolojik taciz şekli.” diyor. “
Bugün İran’da, Afganistan’da, Ortadoğu’da, bizde Doğu Anadolu’da, sadece yakın coğrafyada değil, Afrika’da, Amerika kıtasında, Çin’de, Japonya’da örf, adet, gelenek, hurafe, yalan birbirine geçmiş ve ahlak adına ahlaksızlık, din adına dinsizlik, namus adına namussuzluk kadınların aleyhine devam ettirilmiştir. Töre ve namus konularına, kadına şiddete hiç girmiyorum. Zaten en başından beri kadına şiddeti anlatıyoruz.
Bu yobazlığa, bağnaz kafaya, özgüvensiz ve kişiliksiz erkeklerin korkularını kadını zincirle kontrol ederek, döverek yatıştırmaya çalışmalarına tarih boyunca kimse dur dememiş midir? Bugün dünya üzerinde en yaygın şekilde inanılan 3 dinin üçü de kadını 2. Sınıf vatandaş yerine koyup haklarını elinden mi almıştır?
Hayır!
Aslında orijinal bozulmamış hallerinde tüm dinler aynıdır. Ama diğerlerinin metinleri de tahrif edilmiş ve artık pek tanınamaz hale gelmiştir. Kur’an’ın yaptığı birçok düşünsel devrimden biri belki de en büyüklerinden biri kadın konusundadır. İslam öncesi Arap kültüründe kadın, tarihin en berbat durumlarından birini yaşamaktadır. Bir erkek için kız çocuğunun olması utanç kaynağıdır ve bu bozuk genetik bugün de yakın coğrafyalarda izlerini sürdürmektedir. Bu konudaki sapıklık kız çocuklarını “diri diri” gömmeye kadar uzanmıştır. Kadının değeri yoktur. Hakkı yoktur. Çocuk doğurmak ve hizmet etmek dışında bir işlevi de yoktur.
İslam öncesi Mekke toplumunun kadın anlayışını Kur’an-ı Kerim şöyle anlatır: “Ne var ki onlardan birine bir kız çocuğu olduğu müjdelense suratı kapkara kesilir. İçini öfkeyle karışık bir hüzün kaplar; Ona müjdelenen şeyin kendisinde oluşturduğu kötümser duygulardan dolayı, toplumdan kaçıp köşe bucak saklanacak delik arar; şimdi onu zillete katlanma pahasına tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Görüyorsunuz değil mi? Ne berbat akıl yürütüyorlar’’ Nahl Suresi, 58,59.
İslam bu konuda, kadın konusunda, geldiği çağ ve toplum yapısı göz önüne alındığında inanılmaz devrimler yapmıştır. Bir kere surelerden birinin adı “Nisa” suresidir ki Arapça ’da “Kadınlar” anlamına gelir. Elbette burada gerçek İslam’dan bahsediyoruz. Saf olandan, bulandırılmış ve saptırılmış uygulamadaki sözde İslam’dan değil.
“Hukuk ve şahsiyet açısından kadın o derece bağımsızdır ki çocuğuna süt verirken dahi erkekten ücret talep edebilir. Eşinin müdehalesi olmaksızın ticaret yapabilir, çalışabilir ya da özgür ve bağımsız olarak kendi sermayesi ile yatırım yapabilir…” Age, syf. 90
Kur’an her iki cinsi “ins” olarak ele almış, her ikisine de o kök kelime ile “insan” demiş ve her ikisini de yaradılış olarak eşit kılmıştır. O ana kadar sınırsız evlenen ve dilediğinde birkaç saniye içinde boşanan erkeği sınırlamış, evlilikte de boşanmada da kadının haklarının korunmasına yönelik düzenlemeler getirmiştir.
“Hz. Ömer’in diliyle cahiliye döneminin kadına bakışı şöyle ifade edilmiştir: “Biz cahiliye döneminde kadını hiçbir şey saymıyorduk. İslâmiyet geldiği ve Allah onlardan söz ettiği zaman, artık bir takım haklara sahip olduklarını anladık”. Hz. Ömer’in bu sözleri İslam öncesi kadın tasavvurunu yansıtması açısından itiraf niteliğindedir. Abdullah b. Ömer: “Biz Resulullah zamanında hakkımızda bir vahiy inmesinden korktuğumuz için kadınlara söz söylemekten, haklarını çiğnemekten ve onlara sert davranmaktan çekinirdik. “ demiştir.”
Bugün kadına şiddeti din adına meşrulaştırma ya da en azından görmezden gelmeye yeltenenler eşlerine bir kez bile el kaldırdığı ya da kötü söz söylediği görülmemiş olan Peygamberin sünnetine de Kur’an’ın açık emirlerine de karşı geliyorlar.
Kur’an toplumsal barışın korunması ve olası çatışmaların yok edilmesi için, sakınmayı, korunmayı ve ne vücut bölgeleri ne de ziynet eşyaları ile dikkat çekmemeyi salık verirken bunu hem erkeklere hem de kadınlara ayrı ayrı söyler. Kadınların okuması, ilim tahsili, bilinçlenmesi, ticareti gibi konularda hiçbir olumsuz hüküm yoktur. O güne kadar olmayan miras hakları kendilerine verilmiş ve boşanma ve çocuklar gibi hassas konularda kadının da söz sahibi olduğu ifade edilmiştir. Hz. Meryem iffetli, güçlü, takva sahibi bir kadın olarak uzun uzun anlatılır ve övülür.
Doğru yorumlanıp sapık fıkıhçılar ile bozulmadığında bu kusursuz kitap Hatice gibi, Meryem gibi, Fatıma gibi, Zeynep gibi, Ayşe gibi efsane kadınlar yaratacaktır.
Nasıldır “doğru kadın?
Pek nedir bu kadınları ve onlar gibi tarihe adını yazdırmış nicelerini efsane yapan?
Nedir bu kadınları yukarıda eleştirdiğimiz diğer kadın tiplerinden üstün kılan?
Bir genç kızın kendisine ideal olarak alması gereken, ama hem eski bağnaz yobazların hem de modern sömürücülerin asla örnek alınmamasını istedikleri özellikleri nelerdir?
Her şeyden önce yürek!!
Bu kadınlar yüreklidir. Hem de yürekleri değme erkeklere taş çıkartacak kadar büyüktür. Kimi Fatıma gibi türlü bela ve işkence altında babasının en büyük destekçisi olur, kimi Zeynep gibi hainlere, zorbalara karşı durur, kimi Türkan gibi kızların okumasına ömrünü adar, kimi Kara Fatma gibi düşmana kök söktürür, kimi Meryem gibi saflığın ve temizliğin sembolüdür, kimi Rosalind Franklin gibi DNA’yı keşfeder.
Bu kadınlar zekidir. Çalışır, düşünür ve değer üretirler. Hepsinin bilim insanı olmasına, bir şey keşfetmesine gerek yoktur. Bu kadınlar erkeklerin aksine, nerede ne iş yapıyor olurlarsa olsunlar oraya bir değer katarlar. Evde bin bir türlü işi yapar, tarlayı bağı bahçeyi halleder bir de üzerine 2 elbise dikerler.
Bu kadınlar güçlüdür. Onları ne yobazlar ve modernlik maskesi ile yeni eşekleştirme ustaları etkileyemez. Onların yürekleri zincir kabul etmez.
Bu kadınlar özgürdür. Ama bunu kendilerinden başka hiçbir şeyi umursamamak olarak anlayan özgürlerden değil. Bilakis onların hepsi kendi mevcudiyetlerini değer verdikleri çok daha büyük başka davalara vakfetmişlerdir. Bu dava bilim, kurtuluş savaşı, evlatlarını iyi yetiştirme ya da bir devrim hareketi olabilir. Ama kendi iradesi ile kendinden başka davalara kendini adayabilmek ancak tam olarak özgür olanların yapabileceği bir şeydir.
Tarihte binlercesini bulabilirsiniz. Ey genç kızlar, özenecekseniz onlara özenin. Onlar gibi olmak süslesin hayallerinizi. Ey genç erkekler; önce kendinizi donanımlı ve yetkin yapın sonra da böyle bir kadını hayatınıza yoldaş edin. Onlar boyalı fabrikasyon bebekler gibi değildir; hayatlarınıza değer ve anlam katarlar…
Doğru eğitimle, ne yaptığını bilen ve memleketinin geleceğini düşünen yönetimlerle bu tür kadınların sayısı çok artacak ve gerçek kurtuluş savaşı o zaman kazanılacaktır.
Nasıl ki, Kur’an yozlaşmış din inançlarının, bozulmuş kitapların, ahlaksız toplumların karşısına çıkmış ve onlar karşısında eşi benzeri görülmemiş bir toplumsal mühendislikle, emekle, çileyle ama hep hak ile, ilmek ilmek karanlığı aydınlığa çevirdiyse, tarihte de bunu yapma cesaretini göstermiş çok az sayıda toplum ve lider de vardır. Ortaçağın boğucu karanlığından Rönesans gibi bir devrimle çıkan Avrupa kadını gibi, Amerika’da hakları için savaşan kadın liderler gibi. Ama bizim fazla uzaklara gitmemize gerek yok. Çok daha yakında çok daha güçlü bir örneğimiz var:
Atatürk ve Kadın
Bazen keşke hiç bu adamı tanımasaydım, hiç bilmeseydim dediğim oluyor benim. Zira muhteşem örnekleri görmek ve “Yahu bu da olabiliyormuş” demek, içinde bulunduğunuz şartların sizi çok daha fazla rahatsız etmesine yol açabiliyor.
Parlak dönemlerinden sonra hızlı bir gerileme evresine giren Osmanlı’nın son zamanlarında geldi bu dünyaya o. Osmanlı’nın neden zayıfladığını incelemeye kalkarsanız kaçınılmaz olarak akıldan, bilimden, ahlaktan uzaklaşmış olması olduğunu görürsünüz. Basiretsiz yönetim, hainler, yobazlar, cahiller ve aptallardan müteşekkil bir karar mekanizmasının bir ülkeyi, bir fabrikayı ya da bir takımı sürükleyeceği başka bir son yoktur.
İşte bu dönemde, Allah’ın bir lütfu ve kesin zafer kazandıklarını düşünen eşekleştiricilere tokadı olarak ortaya çıkan bu adam kadınların ayağa kalkmasını, katkı sağlamasını nasıl sağladı görebilirsiniz. Nasıl yobazlığın ve cahilliğin kalın perdelerini yırttığını da. Bakın neler demiş konu hakkında:
“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”
“Dünyada her şey kadının eseridir. Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar.”
“Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.”
“Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!”
Şimdi tekrar geriye döndürmeye uğraştıkları ve gün be gün başardıkları en önemli karşı devrim çocukları, en önemlisi de kızları cahil bırakmaktır.
Bir taraf aksini ahlaksızlık, “kızların namusu gidecek”, Kur’an’a, şeriate aykırıdır diye kötüleyerek kızları cahil ve zincirli tutma çalışmalarını din kisvesi ile örterek hız kesmeden çalışmaya devam ediyor.
Diğer taraf aksini bağnazlık, geri kalmışlık, cehalet diyerek aşağılayarak kızların boş, maddi, şekle bağımlı et parçaları olmalarını teşvik ediyor.
Bunları yapanlar ve yapılmasına göz yumanlar yani bizler, sonradan başımıza gelenlere üzülmeye hakkımız olmayacak. Zira her iki metotla içleri boşaltılmış, düşünme ve sorgulama yetenekleri olmayan gençlerle elde edilebilecek tek bir sonuç var ve biz var gücümüzle bunun aksi yönde çabalamak zorundayız. Kadına şiddete, küçücük yaşlarda evlendirilen kızlara, okutulmayan ya da eğitim diye hurafe, yobazlık ve birilerinin “din” yorumundan başka hiçbirşey öğrenmemiş kızların yetiştirilmesine ses çıkarmayanlar, yapanlar kadar suçludur.
Hz. Ali şöyle demiştir: “Salih’in devesini tek kişi boğazlamıştır, ancak Allah bu fiili herkese isnat etmekte ve buyurmaktadır ki: “Derken onu kestiler fakat pişman oldular” (Şuara,157). Bir musibeti duyup da o dönem ses çıkarmayanlar, halen bu işe rıza gösterenler ve gelecekte rıza göstereceklerin tamamı fiilden sorumludur. Kur’an her zaman kavimlerin helakinden bahsettiğinde o günaha razı olan ve işlenmesini engellemeyenleri o işi yapanlarla ve canilerle aynı kefeye koyar.
Ah be Atam!
Bazen keşke seni hiç tanımasaydım diyorum. Bekli o zaman kendimi bu kadar suçlu hissetmezdim…
Şeriati, Ali. Kadın (Fatıma Fatımadır). Ankara: Fecr Yayınları, 2019 (10. baskı)
Watson, Peter. Fikirler Tarihi : Ateşten Freud’a, Yapı Kredi Yayınları, 2019 (5. Baskı)
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/03/140313_zincirlenmis_kadinlar
https://medium.com/@diamondtema/d%C3%BCnya-tarihinde-kad%C4%B1n%C4%B1n-yeri-ve-de%C4%9Feri-def7e2238f57
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/826858
http://www.ansar.de/dus6.htm
https://www.isbank.com.tr/blog/dunyayi-degistiren-kadin-bilim-insanlari
https://tr.wikipedia.org/wiki/Rosalind_Franklin
https://qha.com.tr/haberler/ataturk-un-kadinlar-hakkinda-soyledigi-sozler/169335/
https://time.com/4883110/adam-eve-bruce-feiler-love/