Uzun zamandır psikoloji üzerine yazmadığımı farkettim. İlgim bu alandan başka alanlara kaymış biraz ve yazılar da buna göre şekillenmiş. Ancak bloğun takipçilerinden gelen bazı istek ve sorular beni yeniden tozlanmış defterleri açmaya ve “insan” üzerinde düşünmeye çağırdı.
Çatışmalar yaşamak insan olmanın kaçınılmaz bir parçası. Yaşam zıtlıklardan ve çözüm arayışlarından ibaret aslında ama bazı içsel çatışmalar insanı normal hayatına devam edemeyecek kadar etkileyebiliyor ki buna psikoloji “nevroz” adını veriyor. Kişinin iç çatışmalarını anlamak, onlarla nasıl mücadele ettiğini çözmek ve nasibimiz ise kıssadan bir hisse almak üzere çıkıyoruz bugün yola. Rüzgarımız bol ola…
İşe evvela çatışmadan kastımızla başlayalım. Temel olarak insanın olduğu ile olmak istediği durum, rol, pozisyon arasındaki farktır çatışma. Bir şey ister ama aslında onu istememesi gerektiğini düşünür. Olan, “isteyen insan”, kafasındaki ise “ bunu istememesi gereken insan” dır ve bu çatışma getirir. Korkmamak ister ama korkar, bağlanmamak ister ama bağlanır, sevmemek ister ama sever. Çalışması gerektiğini bilir ama çalışmaz, istediği konumda değildir, özel olması gerektiğini düşünür ama sıradandır. Bunlar ve daha milyonlarcası içsel çatışmaları beraberinde getirir ve bunlara verdiği tepkiler insanın hayatını nasıl yaşadığını belirleyecektir. İçsel barışını büyük ölçüde sağlamış insanları biz dingin, sakin olarak nitelerken çok fazla çatışmaya sahip olanları “nevrotik kişilik” olarak tanımlarız.
Bu konuda araştırma yapmak, sentezlemek ve bir sonuca varmak çok çetrefilli geldi bana. Zaten analitik olmayan ve herkes için kesin sonuçlar vermeyen denklemleri anlamak hep zor gelmiştir bana. Ama psikoloji ve sosyoloji baştan sona böyledir ve matematik ile fiziğin aksine tamamen sisin içinde, belirsizliklerle birlikte yol almayı gerektirir. Hepsinden öte, ne kadar okusa ve bilgisini arttırsa da insanın bu öğrendiklerini kendisine uygulaması, kendi çatışmalarını tanımlaması, üzerilerine gidecek sabrı ve cesareti bulması da apayrı bir zorlu yoldur. Bu konuyla yakından ilgilenen uzman psikolog Karen Horney, “Ruhsal Çatışmalarımız, Yapıcı bir Nevroz Teorisi” kitabında bakın ne diyor;
“Dikkatimi en çok çeken şey, hastaların kendi içlerindeki açık çelişkilere yönelik körlük derecesindeki anlayışsızlıklarıydı. Bunlara dikkatlerini çektiğim zaman kaçamak yollara sapıyor ve ilgilerini yitirmiş gibi gözüküyorlardı. Tekrarlanan bu tür deneyimlerden sonra bu kaçamaklı tutumun, söz konusu çelişkilerle uğraşmaya yönelik derin bir tiksintiyi dile getirdiğini anladım. Ve son olarak, bir çatışmanın birdenbire algılanmasına gösterilen panik tepkileri bana dinamitle oynadığımı gösterdi. Hastaların bu çatışmalardan bucak bucak kaçmalarının iyi bir nedeni vardı: Bu çatışmaların kendilerini paramparça edecek gücünden korkuyorlardı. Derken bunları “çözmeye” ya da daha kesin olarak, bunların varlığını inkar etmeye ve yapay bir uyum yaratmaya yönelik şu ya da bu türden umutsuz çabalara yatırılan enerjinin ve zekanın şaşırtıcı boyutlarını algılamaya başladım.” Age syf.12
Öyleyse bu konuya girmek pandoranın kutusunu açmak gibi bir şey. Hala devam etmek istiyor musunuz? Buyrun o zaman…
Çatışma Normaldir
Eğer insanda seçme özgürlüğü var ise mutlaka çatışma da var olacaktır. Seçme, insana özgü bir hak ve lütuf olmasının yanısıra bir yüktür ve, daha önce Erich Fromm’un “Özgürlükten Kaçış” kitabından alıntıladığımız gibi, insan aslında özgür olmaktan deli gibi kaçar. Çünkü bu, karar verme ve sorumlu olma zorunluluğunu getirir. Karar veriyorsa en az iki şey arasında seçim yapıyor demektir ve dolayısı ile bir çatışmanın içine girecektir.
İnsan, doğası gereği hem toplumla hem de içsel arzuları ile sık sık çatışmaya girer. Toplum ve onun kuralları ile çatışması toplumun yapısına göre değişir, şöyle ki;
“Bu tip çatışmaların türü, yoğunluğu ve boyutları büyük ölçüde içinde yaşadığımız toplum tarafından belirlenir. Eğer toplum istikrarlı ve gelenekler oturmuşsa, kendilerini sunan seçeneklerdeki değişkenlik sınırlı olacaktır ve olası bireysel çatışmaların boyutları da buna bağlı olarak dar olacaktır. … Ama büyük ölçüde çelişik değerlerin ve bütünüyle farklı yaşam biçimlerinin yan yana varolduğu hızlı bir geçiş dönemi yaşayan bir toplumda bireyin yapmak zorunda olduğu seçimler çok yönlü ve zordur. Toplumun beklentilerine uyabilir ya da asi ve bireyci olabilir, dışadönük olabilir ya da dünyadan elini eteğini çekmiş bir yaşam sürebilir, başarıya tapabilir ya da başarıyı küçümseyebilir. Erkek ve kadınlar için farklı olan bir ahlak standardıyla yaşayabilir ya da her iki cinse de aynı kuralın uygulanması gerektiğini savunabilir, cinsel ilişkileri insanca yakınlaşmanın bir dışavurumu olarak görebilir ya da bunları sevecenlik bağlarından koparabilir vs vs…” Age, syf 20
İnsanın toplumla olan çatışmalarının yanında elbette kendi iç arzuları ile olan çatışmaları da olacaktır. Bazen çalışmak istemeyecek, bazen olmaması gereken birine cinsel arzu duyacak, bazen yeterince iyi olmadığını hissedecektir.
Bunların hepsi, yaşıyor olmanın doğal sonucudur. Ancak bunların ne zaman psikolojik çıkmazlara yol açtığı, ne zaman destek alınması, çözümlenmesi gereken nevrozlar oluşturduğu konusu tüm hayatımızı etkileyen önemli bir konudur.
Dürüstlük Meselesi
Problem çözme sistematiklerinin her zaman ilk ve en önemli adımı problemi doğru tanımlamaktır denir. Ancak aslında bundan da önce bir adım vardır; bir problem olduğunun farkına varmak.
İnsanların çoğu içsel ve dışsal çatışmalarının farkında değildir. Hayatı belirgin bir bilinç düzeyinde değilde, başlarına gelen bir takım olaylar dizisi şeklinde yaşarlar. Bu, çatışma yaşamamaları ve sıkıntıya girmemeleri anlamına gelseydi çok iyi derdik, ama gerçek öyle değil. Hepimiz belirli dozlarda, tam tanımlayamadığımız ve kendimizi içinde bulduğumuz çatışmalarla boğuşuyor ve eğer farkına varmazsak çok değerli zamanımızı ve hatırı sayılır miktarda içsel enerjimizi, boşu boşuna, bunlara harcıyoruz.
O halde önce dürüst olmakla başlayalım. Okuduğunuz bölümde gerçekten istediğiniz için mi varsınız yoksa çevre ve toplumun olası pozitif tepkileri mi sizi orada tutuyor? O meslek iyi para kazanabilir, toplumda saygındır, anne babamız bizi orada görmekten çok gururludur, ama bunlar dışsal olası ödüllerdir; içiniz bu konuda ne diyor?
Biri ile berabersiniz diyelim; onunla gerçekten birlikte var olmaktan keyif mi alıyorsunuz yoksa o, yine dışsal normlara göre, birlikte olunacak biri mi? Güzel / yakışıklı, karizmatik, zengin?
Bu sorgulamaları hayatımızdaki herkese ve her şeye yapabiliriz ve göreceksiniz ki çoğumuz, en basit olanlarında bile tam kararlılıkla evet diyemeyecek. Kafamız karışık. Ne istediğimizden emin değiliz. İnançlar, öğretiler, toplum normları ve içsel arzular öyle iç içe girmiş ki, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamak kolay değil.
Demek ki önce daha derin bir farkındalık, sonra gerçekte olan arzular ve nedenlerine karşı bir iç dürüstlüğe ihtiyacımız var yol almaya devam etmek için…
Nirvanaya Ulaşma
İnsanın tarihi boyunca özlem duyduğu ve bunun için çok farklı yollar denediği o “dinginlik” durumunu ele alalım. Kendini hayattan, arzulardan soyutlama, izole etme ve dolayısıyla isteklerden kaynaklanan çatışmalardan kurtulma yolu değil mi bu? Uyuşturucu ve alkol de aynı amaca hizmet etmiyor mu? Çatışmalarla baş etmek için insanın ortaya koyduğu bin bir türlü yol var. Uzak doğu mistik inançlarından İslam tasavvufuna kadar birçok öğretide nefse ( içsel arzu ve isteklere) karşı gelmek, onun isteklerini yerine getirmemek ve kendini arzu çatışmasına sokacak her durum ve ortamdan uzak kalmakla özetleyebileceğimiz bir “yalıtım” var. Bu yalıtım içsel olduğu kadar insanı, içinde yaşadığı toplumun ve çağın tüm olaylarına da kayıtsız ve uzak olmak yönünde teşvik ediyor. Kapanalım uzak ve ıssız bir yere, oh ne ala, kendimizi hiçbir çatışmaya sokmadan yaşayalım. Kendi sesimizi dinleye dinleye en sonunda tam olgunluğa, ermeye, nirvanaya ulaşalım.
O kadar basit değil. Ama bu iç ve dış çatışmalar öyle sorunlu ki, gördüğünüz gibi, insana, tüm ömrünü bir izolasyonla, makul keyif ve sohbetlerden bile uzakta yaşamayı güzel gösterebiliyor.
Aradığımız bu değil. Kaza geçirmekten korktuğumuz için evden çıkmazsak kendimize ve başkalarına faydalı olabilecek koskoca bir ömrü ıskalamış oluruz. Kime ne faydası var o izolasyondakilerin? Hayır, hayat tüm tehlikeleri ve riskleri ile var ve onu yaşamaya layık yapan şeylerden biri de bu. Biz çatışmalarımızdan kaçmayacağız, aksine onları anlamaya, çözümlemeye ve bize zarar veren kısımlarını çözmeye çalışacağız…
Doğal insan tepkileri
Nirvanaya ulaşmaktan vazgeçtiğinize göre çatışmalarımızı ve onlara karşı gösterdiğimiz tepkileri anlamaya devam edelim. Bilimsel çalışmalara göre (ki bazılarını aşağıda belirttim) insanların bu çatışmalara verdiği dört temel tepki var.
- Çatışmayı örtme, onun tersini öne çıkarma: Aslında içinden ahlaksız şeyler yapmak gelen ama kendi ile çatışmasını bunun tam tersini abartarak, aşırı ahlaklı olmaya çalışarak ve olmayanları en uç şekilde eleştirerek çözmeye çalışan birini düşünün. Nietzche’nin en kafayı taktığı çözüm yolu buydu bence. O, insanların gerçek olmayan yapay ahlaklarından ve öz çürümelerinden bahsediyordu.
- İnsanlardan uzaklaşma: Dönemin moda kelimesi sosyal mesafeyi iç çatışmalarına bir cevap olarak verdiği zaman insan bu çözümü uyguluyor demektir. Hayatta memnun olmadığı, çatışma yaşadığı her ne ise onunla yüzleşmek yerine tepkisini insanlardan uzaklaşarak gösterir.
- Kendinden uzaklaşma: Bu kez birey diğer insanlardan uzaklaşmak yerine kendinden uzaklaşır. Kendine yabancılaşır. Kendi kişiliği onun için bir ölçüde gerçek dışı bir şey durumuna geliyor ve birey bunun yerine, bu çatışmaların artık çatışmalar olarak değil de, zengin bir kişiliğin değişik yanları olarak belirmesine neden olacak kadar yüceltilmesine neden olan ve kendisiyle ilgili ideal bir imaj yaratıyor. Bu imaja inanıyor ve olmadığı biri gibi davranıyor, konuşuyor vs… Bu çok yaygın bir durum. Öyle ki insan kendisi ile ilgili kusursuz bir imaj yaratıyor ve sonra buna ulaşmaya çalışıyor. Bu yazının her kelimesinde eserinden sıkça yararlandığımız Karen Horney bu konuda şöyle diyor;
“Kusursuzluk ihtiyacı artık bireyin kendi ideal imajını gerçek kılmaya yönelik yaptığı bir girişim olarak görülmüştür; bu bağlamda beğenilme özlemi, bireyin gerçekten de kendi ideal imajı olduğunun dışarıdan onaylanmasına duyduğu bir ihtiyaç olarak ele alınabilecek bir duruma gelmiştir. Ve bu ideal imaj gerçeklikten ne kadar uzaklaşmışsa bu son ihtiyaç da mantıksal açıdan o kadar büyük, o kadar dayanılmaz olacaktır. Bütün çözüm girişimleri içinde ideal imajı kişiliğin tamamı üzerindeki geniş kapsamlı etkisi nedeniyle belki de en önemli girişimdir. Ama sonuçta bu ideal imajın kendisi de yeni bir çatlak yaratır ve dolayısıyla yeni yeni yamaları gerekli kılar.”
Tanıdık geldi mi? Sosyal medyayı açın, TikTok videoları seyredin ve insanların beğenilmek ve onaylanmak için neler yaptıklarına, kendi özlerinden nasıl ve ne kadar uzaklaştıklarına bir bakın.
- Dışsallaştırma: Bu da yaygın bir çözüm yoludur ve çatışma ne kaynaklı ve ne şekilde olursa olsun onu başka bir ya da bir şeye yansıtma, onun yüzünden olduğunu düşünme ve böylece kolay yoldan iç çatışmayı yok sayma anlamına gelir.
Burada bir çatışma örneği vermekte fayda var. Patronu ya da amiri ile bir tartışma yaşayan Ahmet isimli bir çalışanımız olsun. Amiri aslında mantıksız bir şey söylüyor ve Ahmet’e ağır konuşuyordu. Ahmet haksızlığa uğradığını düşünüyor, içinden öfkeleniyor ama amirine “peki efendim” den başka bir cevap vermiyordu.
Ahmet orada net tepkisini dile getirebilir ve böyle bir üslubu kabul edemeyeceğini çok sertten yumuşağa kadar birkaç farklı ihtimalle dile getirebilirdi ama getirmedi. Tartışma bittiğinde Ahmet derin bir öfke hissediyordu. Ruhen bir yara almasına rağmen mücadele etmiyordu. Sonraki zamanlarda da kendini hep yorgun ve baş ağrılı buldu. Aslında yapmak istedikleri, vermek istediği tepkiler rüyalarında ortaya çıkıyordu. Bu, amirine olan öfkesi ile kendi pısırıklığına olan öfkesinin bir karışımıydı.
Bu örnekte iç çatışmayı ve yıkıcı etkisini görmek kolay ama bizim asıl bunun da altına, yani Ahmet’in tutarlı ve kendisini bu denli üzmeyecek bir tepki vermeyi neden başaramadığına bakmamız gerekir.
Ahmet dostumuzun yaptığı ve yapamadığı hareketlerin altında çok derin, hatta genellikle çocukluğundan beri taşıdığı davranış kalıpları, inançlar, korkular olabilir. Bunlar hepimizde bir miktar vardır. Problem, bunlar bizi nevrotik bir kişiliğe sürükleyecek kadar büyük çatışmalar olduğunda ve hayatımızı önemli oranda etkilediğinde ortaya çıkar.
Bu tür çatışmalara 2. örnek olarak yine sık alıntı yaptığımız kitaptan bir örneği almak istiyorum. Aslında hiç ihtiyacı olmadığı halde yakın bir dostundan para çalan adamın hikayesi:
“Serbest çalışan bir yapımcı, iyi bir arkadaşından küçük miktarlarda para çalıyordu. Dış ortam hırsızlığı gerektirmiyordu; paraya ihtiyacı vardı ama arkadaşı, geçmişte olduğu gibi şimdi de bu parayı ona seve seve verirdi. Çalma yolunu seçmesi özellikle ilginçti, çünkü gerçekte dostluğa büyük bir değer veren saygın bir insandı.
Bunun altında aşağıdaki çatışma yatıyordu. Bu kişinin belirgin bir nevrotik sevecenlik ihtiyacı, özellikle bütün pratik konularda özel bir ilgi görme özlemi vardı. Bununla birleşen bilinçsiz bir başkalarını kullanma (sömürme) itkisi vardı, yöntemi hem kendini sevdirme hem de karşısındakini yıldırma girişimiydi. Kendi içlerinde bu eğilimler, onu yardım ve destek almaya hazır ve hevesli kılacaktı. Ama ayrıca duyarlı bir gururu da içine alan bilinçsiz ve aşırı bir de kibir geliştirmişti, insanlar ona hizmet etmekten onur duymalıydı: Onun için yardım istemek küçük düşürücüydü. Bağımsızlığa ve öz yeterliliğe duyduğu güçlü özlem, birisinden bir şey isteme zorunluluğuna yönelik tiksintisini öylesine pekiştirmişti ki, onun için herhangi bir şeye ihtiyaç duyduğunu kabul etmek ya da bir yükümlülük altına girmek göz yumulmaz bir şeydi. Bu nedenle alabilir, ama kabul edemezdi.” Age, syf 25
İhtiyacı var ama istemek utanç verici, öz yeterliliğe tapıyor ama kendinde aslında bu özellik yok. Bu çatışmalar onu bir başka çelişkiye götürüyor; dostluğa çok önem vermesine rağmen dostundan çalıyor. Derin çatışmaların, insanı temel ve basit ahlaki kuralları bile nasıl görmezden gelmeye zorlayabildiğini görüyor musunuz? Bu adam çalarken kendini suçlu hissediyor mudur bilmiyorum ama yanlış olduğunun farkındadır. Ama bunun alt nedenlerini, neyin onu buna ittiğini, doğru yolun bu olup olmadığını anlamak, sorgulamak ve itiraf etmek, işte pandora kutusu diye ifade ettiğimiz korku dolu eylemler bunlar ve hepimiz bunlardan köşe bucak kaçıyoruz.
Çalan biriyle kendinizi çok özdeşleştiremediyseniz, sınavı kesin vermesi gerekmesine rağmen yan gelip yatmak, evlenmeyi deli gibi istemesine rağmen bir kızın erkeklerin ona yanaşmasından çekinmesi, gerekli olduğunu bilse de 40 kere rejimden vazgeçmek belki daha yakın gelebilir. Ve emin olun ki, rasyonel bir akılla bakarsanız, bunların her biri çalmaması gerekmesine rağmen dostundan çalmak kadar mantıksızdır. Ahlaksız değildir ama mantıksızdır.
Öyleyse şu sonuca varabiliriz; altında yatan nedenler ne olursa olsun iç ve dış çatışmalarımız bizi mantıksızlık ve tutarsızlığa sürükler. Bu tutarsız tavırlar çatışmalarımızdan kaynaklanan iç gerginliği azaltsa da kendileri başka sorunlar yaratırlar.
“Her nevrotik belirti (semptom) altta yatan bir çatışmayı gösterir; yani, her belirti bir çatışmanın şöyle ya da böyle dolaysız bir ürünüdür. Çözülmemiş çatışmaların insanlara neler yaptığını, nasıl kaygı, ruh çöküntüsü, kararsızlık, durgunluk, coşkusal yalıtım, vb durumlar yarattığını göreceğiz…
…Çatışmaların devrede olduğunu gösteren öteki belirti tutarsızlıktır. Bazen bireyin kendisi de bu tür tutarsızlıkların farkında olacaktır; çoğunlukla, deneyimsiz bir gözlemci için açık oldukları zamanlarda bile bireyin kendisi bunlara gözlerini kapar.
Tıpkı beden ısısındaki bir artışın fiziksel hastalığın belirgin bir göstergesi oluşu gibi, tutarsızlıklar da çatışmaların varlığının açık bir göstergesidir. Genel birkaç tanesini anmak gerekirse: Bir kız evlenmeyi her şeyden daha çok ister, yine de bir erkeğin kendisine yaklaşmasından ürküp kaçar. Çocuklarına aşırı düşkünlüğü olan bir anne sık sık onların doğum günlerini unutur. Başkalarına karşı her zaman cömert olan bir insan kendisi için en küçük harcamaları yapma konusunda bile cimrilik gösterir. Yalnızlığın vereceği dinginliği özleyen bir başkası, asla yalnız kalmayı başaramaz. Birçok insana karşı bağışlayın ve esnek olan bir insan kendisi konusunda aşırı şiddetli ve buyurgandır.
Belirtilerden (semptomlardan) farklı olarak tutarsızlıklar, altında yatan çatışmanın yapısına ilişkin sık sık geçici varsayımlara olanak verir. Örneğin anlık ve yoğun (akut) bir ruh çöküntüsü sadece, bir insanın bir ikilemin pençesinde olduğunu ortaya çıkarır. Ama eğer görünüşte kendini çocuklarına adamış olan bir anne onların yaş günlerini unutuyorsa, bu annenin çocuklarından çok, kendi iyi bir anne olma idealine düşkün olduğunu düşünme eğilimi gösterebiliriz. Ayrıca onun bu idealinin, çocuklarını engellemeye yönelik bilinçsiz bir sadistlik eğilimiyle çatışmış olabileceği olasılığını da kabul edebilirdik.” Age, syf 28 – 29
Çocuklarına çok düşkün bir annenin size bazı nevrotik problemlerle başvurduğunu düşünün. Bir psikiyatrist olarak anladınız ki anne aslında çocuklarına değil, kafasındaki ideal anne olma fikrine tutkun. Hatta çocuklarını engellemek, hareketleri üzerinde hâkimiyet kurmaktan sadistçe bir bilinçaltı keyif alıyor. Bunu ona anlatmak ne kadar zordur? Kim bunları nasıl kabul edebilir?
İşte çatışmaları anlamak ve çözmek için bence çok iyi bir örnek bu. Bize bunları okumanın da kabullenmenin de ne kadar zor olabileceğini gösteren bir örnek. Bu annenin çatışmalarının gerçek çözümünü bulabilmesi için kendi hislerini sorgulaması, farklı fikirlere açık olması ve gerçekten bu yüzleşme ve gerçekle çarpışmaya yürekli olması gerekmez mi?
O halde insan kendi çatışmalarını nasıl anlar sorusunun cevabı yukarıdadır. Kendi hayatınızdaki tutarsızlıklara, anlamsızlıklara bakın onları orada göreceksiniz.
Peki bunları nasıl yönetiriz ya da düzeltiriz sorusunun cevabı da yukarıdadır; o annenin yapması gerekenleri yapmak zorundayız.
O annenin davranışının altında yatan nedenleri anlaması ne kadar zorsa, onun için bunları kabullenmek ve değiştirmek ne kadar zorsa aynen bizim için de geçerlidir. Ama ne kadar zor olursa olsun, hayat enerjimizi sömüren, yaşam kalitemizi düşüren ve bizi “tam” bir insan olmaktan alıkoyan bu nevrotiklik boyutundaki çatışmaları mutlaka ele almak zorundayız.
Bu çatışmaların yönetilmesi konusunda daha söylenecek çok söz, alınacak çok yol var. Aşağıdaki linkler daha fazlasını öğrenmek isteyenler için iyi bir başlangıç sunabilir. Aklederek, farkındalığımızı arttırarak ve daha da önemlisi kendimize neyin doğru olduğunu kesin olarak gösteren bir mihenk taşı bularak iç çatışmaları normal seyrine döndürebiliriz. İnsanın fıtratı ve hem kendi ile hem de toplumla ilişkilerinin aslında nasıl olması gerektiği konusunda bulabileceğiniz en kusursuz kaynak ise kesinlikle Kur’an’dır. Akledince farkedeceksiniz ki; iç çatışmalarımızın önemli bir bölümü kendimizi, hayatı, inanç sistemini, ahlakı doğru yere koyamamızdan kaynaklanıyor. Bir okuyun bakalım, çok faydasını görürsünüz umarım…
Şimdilik bu kadar, görüşmek üzere… Yorum ve eleştirilerinizi bekliyorum…
Horney, K. (1995). Ruhsal Çatışmalarımız : Yapıcı Bir nevroz Teorisi, (Çev. Selçuk Budak). Ankara: Öteki Yayıncılık.
http://www.sdplatform.com/Yazilar/Kose-Yazilari/134/Orgutsel-catisma-yonetimi.aspx
http://static.dergipark.org.tr/article-download/imported/1025006425/1025006982.pdf
https://www.gordontraining.com/free-workplace-articles/how-do-you-deal-with-inner-conflict/
https://blogs.psychcentral.com/nlp/2015/07/three-inner-conflicts-that-can-halt-your-progress-in-life/
https://theoceanofknowledge.wordpress.com/2014/04/07/cognitive-dissonance-the-torments-of-internal-conflict/
https://whywesuffer.com/free-yourself-from-inner-conflict/