Murat Turan/ Eylül 9, 2013

http://www.csmonitor.com/Innovation/2010/0409/Climate-change-as-art
Heykeltraş Nathalie Miebach kasırgalardan okyanus
dibi robotlarına kadar bir çok ham verinin heykelini yaparak
bu konuya ayrı bir yorum getirmiş.

Brad Pitt’in oynadığı “Moneyball” filmini izlediniz mi bilmiyorum, ancak izlediyseniz yeni nesil bir koçun takım seçme ve antrenmanları için istatistikten yararlanmaya kalkmasını, bunun geleneksel yöneticilerce nasıl garip karşılandığını, ona hiç başarı şansı tanınmadığını hatırlayacaksınız. Film bildiği yolda inatla direnen, alışılagelmişten, geleneksel yaklaşımından farklı bir yol izleyen ve bunun sonucunda belli bir başarıya ulaşan bir adamın hikayesi. Tam olarak mutlu sonla bitmiyor ama mücadele izlemeye değer.

X ve Y kuşaklarının tam ortasında duran bir adam olarak bazen ben de benzer duygular taşıyorum. Üretim içine girdiğinizde artık kemikleşmiş bazı uygulamalarla karşılaşıyorsunuz. KPI (Key proses Indicator) dediğimiz anahtar performans göstergeleri belli ve her aylık toplantıda bunların olduğu grafikleri uzaktan seyredip duruyoruz. Ancak hem verinin anlamı hem de tam olarak neye hizmet ettiği bence net değil. Topladığımız verinin anlamlı olması ve bizi bir sonuca götürmesi gerekli. Daha öncekiler yapıyor diye yaptığımız herşey bize zaman kaybettirmekten ve geride bırakmaktan başka işe yaramıyor.

Mühendisliğe başladığımdan beri hep içimi kemiren ve beni sinirlendiren bir sorun var; neden hep sistemleri birileri geliştiriyor ve biz öğrenip uygulamaya çalışıyoruz? Biz bir üretimi nasıl daha verimli hale getireceğimizi bir Almandan ya da Japondan öğrenmek zorunda mıyız? Neden kendimiz ne lazım, nerede hata var, nasıl kayıpları azaltabiliriz gibi basit sorulara basit çözümler bulmuyoruz? Yoksa yapıyoruz da bunları sistemleştirmek mi bize zor geliyor?

Bu soruların bizim yetiştirilme tarzımız ve eğitim sistemimize uzanan muhtelif cevapları var. Mazeretlerimiz haksız sayılmaz ama bu soruyu bir kere okuduktan sonra üzerinde düşünüp birşeyler yapma arzusu duymamanın mazereti yok bence. Ezberlediğimiz ve sorgulamadan doğruluğunu kabul ettiklerimizi unutup üzerine daha anlamlı bir sistem inşa edebiliriz. Doğru ve anlamlı verileri topladığımız ve bizi istenen hedeflere götüren bir sistem.

Yığınla veriyi işleyebilecek bilgisayarlarımız olduğundan biraz şımardık ve gerekli gereksiz her veriyi toplar hale geldik sanırım. Ofis araçları ilk icad edildiğinde tahminler, ofiste işler çok daha hızlı olacağından, ofis çalışanı sayısının ve gerekli zamanın %60 azalacağı yönündeymiş. Ama bilgisayarlarımız gün geçtikçe akıllanıp hızlanmalarına rağmen her nedense bizim onlarla işimiz azalmıyor çoğalıyor. Sıradan bir mühendisin günlük çalışma saatlerinin ne kadarını veriler ve grafiklere harcadığını, kendisine özgün fikirler üretmek ve iyileştirmeler üzerine düşünmek için ne kadar zamanı kaldığını bilseniz şaşarsınız.

Bir sürü göstergemiz var ve onlar üzerlerine düşen görevleri yapıp bize bişeyler gösteriyorlar. Ancak göstergeler arasında sebep – sonuç ilişkisi kurmak ve sonunda hepsini işletmenin nihayi amacına, karsa kar, büyümeyse büyüme, maliyet azaltmaysa maliyet azaltma, bağlamak zorundayız.

Bilgisayarlarımız girdiğimiz verileri işleyip grafiklere dönüştürebilir, ancak üzerinde yorum yapmazlar.  Yapmasınlar da zaten. Veriyi anlamak, yorumlamak ve sonuç ilişkileri kurmak bir bilgi işçisinin görevidir. Ancak ilk adım, proses sahibi yöneticilerin doğru soruları sorması, neye baktıklarına hakim olması ve bilgi işçilerini anlama ve yorumlamaya yöneltmesidir. İşte o zaman veriler anlamlı hale gelir ve işletme için sonuç üretmeye başlar. Veri veri good olur!!!

Konu ile ilgili Harward Business Review’dan bu makaleyi okumanızı tavsiye ederim.

Share this Post