Ülkemin neden bir türlü dünya markası üretemediği, neden fasonculukla sınırlı bir sanayi yürütmek zorunda olduğu konusu uzun zamandır kafamı kurcalıyordu. Bu konuyla ilgili pek çok yazı okudum, eğitimlerde üzerinde konuştum, kendim bazı gözlem ve tespitlerde bulundum. Ancak internette gezerken, duygu ve düşüncelerime bu kadar paralel ve toplu bilgi bulunca burada paylaşmadan geçemedim.
Aşağıdaki maddeler başlık konusuyla ilgili kobitek.com sitesinden Faruk Şener’in bir yazısından alıntı. Yazının orjinaline buradan ulaşabilirsiniz…
- Türk iş dünyasında operasyonel yönetim ve operasyonel süreçlere odaklanmış bir iş yapma tarzı vardır. Stratejik yönetim ve planlama bizim dokumuza uzaktır.
- Genel söylemin aksine Türk iş dünyası risk almaktan korkar. Çünkü bu riski minimize edecek bir yönetimsel donanımdan yoksundur. Marka inşaası bir yerde risk almaktır. Markanın tutmama ihtimali her zaman vardır. Ancak marka inşa süreçlerini çok iyi bilirseniz ve bu konuda kazanılmış deneyimleriniz varsa bu riski alabilirsiniz. Türk iş dünyası bu konuları bilmez ve deneyim sahibi değildir.
- Türk iş dünyası pazarlama bilgisi ve kültürü konusunda dünya ortalamasının çok altındadır. Binlerce işletmenin olduğu bu ülkede en iyi pazarlama kitapları bile birkaç bin adet basılır. Pazarlama ve marka eğitimleri katılımcı yetersizliğinden iptal edilir.
- Türk şirketleri benim “pazarlama yetmezliği” adını verdiğim bir hastalıktan muzdariptir. Özellikle patronlar tarafı pazarlama konusuna ilgisizdirler. Sadece operasyonel , kısa vadeli süreçlere odaklanırlar. Stratejik pazarlamayı, çağdaş pazarlama ve marka tekniklerini bilenler azınlıktadır.
- Türk şirketlerinde yönetim kademeleri pazarlama bilgisi, donanımı ve deneyimleri ile değil kişisel becerileri ve yetkinlikleri ile iş yaparlar. Pazarlama bilgisi ve deneyimi yüksek yöneticiler zaten buna önem veren şirketlerin bünyesinde yer alırlar. Özellikle yerli şirketlerimizde çağdaş pazarlamayı bilen üst ve orta düzey yönetici sayısı çok azdır.
- Türk iş dünyası entelektüel sermayeyi önemsemez. Deneyim ve bilginin karşılığını vermez. Çalışanlarını motive edemez. Bu nedenle sıra dışı fikirler ve işler çıkmaz.
- Türk iş dünyası garanticidir. Daha önce denenmiş, sonucu garanti işleri tercih eder. Yeni ürün ve yeni iş fikirlerine uzak durur.
- Türk iş dünyası rekabet etmeyi bilmez. Rakipleri ile nasıl rekabet edeceği konusunda hiçbir fikri yoktur? (Daha iyi ürün ve daha çok reklam dışında ) Hangi Pazar koşullarında nasıl bir rekabet stratejisi izleneceğini bilen sayısı gerçekten çok azdır.
- Amerikalı iş adamları gurulara (gerekli-gereksiz) günlük 5000 $ öderken Türk iş dünyası satış ekibi için 1000TL eğitim bütçesini çok görür. Bu nedenle Amerika’da bir guru enflasyonu varken ülkemizde eğitimciler işsizdir.
- Sanayi ülkesi olmamıza rağmen Türk iş dünyası hala tüccar zihniyetini aşamamıştır. İşi sadece alma-satma olarak görür.
- İş planı, büyüme planı, pazarlama planı gibi planlar Türk iş dünyası için hala pilavdır.
- Türk iş dünyası ucuz, tecrübesiz ve işi daha keşfetme aşamasında olan insan kaynağını deneyimli , bilgili, işini değişik boyutlarda tecrübe ederek pişmiş insan kaynağına tercih eder.
- Türk iş dünyası P&G’nin tüm üst düzey yöneticilerinin neden marka müdürleri arasından çıktığına dair hala bir fikri yoktur. Bu nedenle bir pazarlama araştırmasının ne olduğunu ve nasıl kullanılacağını bilen sayısı üst düzeylerde çok azdır. Üstelik gaflete düşüp böyle bir öneride bulunursanız aforoz bile edilebilirsiniz.
Katılmamak elde değil. Birçok açıdan ben de benzer düşünceler ve gözlemler içerisindeyim. Bunların tespiti elbette önemli ama her bilgi bir sonraki soruyu doğuruyor: NEDEN?
Eğitimsizlik, sosyal olgunluk seviyesi, vergi adaletsizliği neden sorularının cevaplarından sadece birkaçı. Tamamını bulsak da işi doğası değişmeyecek, ben hemen akabinde “NASIL?” diye sormaya başlayacağım.
Aslında hepsinin öncesinde “Neden illaki bir marka yaratmak zorundayız ki?” sorusunu sorabilirim. Öyle ya şu an sanayiciler halinden memnn gibi görünüyor. Marka olamamak patron olmayanları rahatsız eden bir durum sanki.
Çalışma hayatımın bazı dönemlerinde başımdaki adamların, patronların ya da genel müdürlerin aptal olduklarını, vizyonları olmadığını ve uzun mesafeyi görmediklerini düşündüm. (Hala aynı düşündüklerim ve haklı olduklarım var tabii) Ama işletmecilikle ilgili bilgi düzeyim arttıkça farklı bir bakış açısı daha edindim.
Bir işletme sahibi, kısa yoldan tatlı para kazanmak mümkünken, geliri işletmeye değil diğer yatırım yollarına aktarmak çok daha fazla rant sağlıyorken, tüm rakipler benzer yollarla (legal – illegal) kişisel servetlerini katlıyorken neden uzun vadeli ve getirisi şüpheli bir işe yatırım yapsın? Neden Ar-Ge’ye para aktarsın?
Bir işletmeci birkaç yıl ödemediği vergi borçlarının ve hatta elektrik faturalarının affedileceğini biliyorsa, en etkili rekabet yönteminin hükümete daha yakın olmak olduğunu görüyorsa biz ona hangi marketi, hangi pazarlamayı, hangi markalaşmayı anlatacağız?
Bu sorular uzar gider, yıllardır durum tesbiti yapıp hiçbir düzeltme yapılmamasının sonuçlarını şu an bizler, sonra da çocuklarımız yaşayacak.
Adalet ve vergi sistemlerini düzeltemezsek kimse ne rekabetçi olmaya çalışır, ne markalaşma çabası sarfeder.
Yeni mezun dostlarıma da bir not: Maddelere dikkat ederseniz, neyin eksikliğinin çekildiğini, ileride neye ihtiyaç olabileceğini ve nasıl farklılaşmanız gerektiğini sezebilirsiniz…
Son söz : Markanızın olması arkanızın olmasından daha değerli olduğunda Türkiye’den de marka çıkar!!