İstanbul Sanayi ve Ticaret odası ISO 500 listesini ve analizini açıkladı. Bu çalışma ülkemizin en büyük 500 sanayi kuruluşunu listeliyor ve karlılıkları, ekonomik yapıları gibi birçok gösterge sunuyor. Bunları çok farklı pencerelerden yorumlamak mümkün ancak ben, son zamanlarda büyük teşviklerle artış gösteren kredi kullanım oranlarına değinmek istiyorum. Zira ekonomiyi büyütecek hamlelerden birisi olan kredi kullanımının başka yan etkileri de var. İlişkileri daha iyi anlamak isterseniz, ekonomi kategorisinde yazdığım önceki yazılara göz atabilirsiniz:
Ekonomiye Giriş
Ekonomiye Devam
Ekonomiden Çıkış
İlk bakacağımız gösterge 500 büyük şirketin faaliyet karları.

Kaynak :İstanbul Sanayi Odası ISO500 analizi
2016 yılında 500 şirketin toplam faaliyet karı 52 Milyon TL ve kar oranları %9.4 olarak gerçekleşmiş. Bir önceki yıla göre karlılık artmış. Dövizin anormal hareketler yaptığı ve TL’nin değer kaybettiği bir yılda bu güzel bir durum.
Ancak hemen altındaki finansman giderleri kalemi düşündürücü. 500 şirket faaliyet karlarının %55’ini finansman gideri olarak kaydetmiş. Yaptığımız üretimden elde ettiğimiz karın yarısından fazlası finans giderlerine harcanmış. Demek ki biz yüksek oranda dış borç kullanarak üretim yapabilmişiz ki bu ülke adına hiç sağlıklı bir gösterge değil.
500 şirketin özkaynak/ borç oranlarına baktığımızda da bu durumu görüyoruz zaten. 2007 yılında %55 özsermaye %45 borç ile devam eden şirketler, 2016 yılına gelindiğinde % 38 özsermaye, %62 borç yapısına gerilemişler. Ekonomi konusunda bilgi sahibi olanlar işletmelerin tamamen özsermaye ile yönetilmesinin anlamsız olduğunu ve sağlıklı bir borçluluk oranı ile büyümenin çok daha mantıklı olduğunu bilir. Zira sermaye/borç oran ortalaması dünyada da %35 / %65 civarındadır. Ancak iş bu finansman giderlerinin faaliyet karına oranına gelince tablo gerçek yüzünü gösteriyor.
Ülkemin şirketlerinin faaliyet karlarına oranla finansman giderleri %55 civarındadır ki bu böyle bir finansman yükü ile çok az katma değer yaratabiliyoruz anlamına gelir. Zira bu oran için dünya ortalaması %16 dır.

Kaynak :İstanbul Sanayi Odası ISO500 analizi
Bir başka önemli gerçek üretimden satışlardaki %8.8 lik artış. Bir önceki yıla göre bu net satış artışı güzel görünüyor ama, bunu enflasyondan arındırırsanız, elinizde %0,2 lik bir artış kalıyor. Yani 500 büyük şirket üretimden satışlarını arttıramamış. İstihdam artışı da sağlamamış.
Ülkenin 500 büyük şirketi demek, KOBİ’lere oranla daha büyük bir finansal gücü elinde tutan, dünya ölçeğinde rakabet sağlayabilecek, Ar-Ge için bütçe ayırabilecek firmalar demektir. 123’ü yabancı ortaklı olan bu 500 güzide şirketimizin toplam üretimdeki payı %19.7 dir ve bu, kalanı KOBİ’ler ve orta ölçekli firmalarca gerçekleştiriliyor demektir. Bu 500 şirketin teknoloji yoğunluklu payının sadece %3.7 olduğunu ve Ar-Ge harcamalarının da %13,2 azalmış olduğunu üzerine eklerseniz benimle aynı açıdan bakmaya başlayabilirsiniz.
Karamsar olmak bize fayda vermez elbette ama olan biteni gerçekçi yorumlamak ve kendimize gelecekle ilgili doğru mesajlar çıkarmak da önemlidir. Özsermaye artışı sağlayamayan, üretimi artmayan, Ar-Ge yatırımı azalan ve teknoloji yoğunluğu zaten düşük olan bir ana sanayi ülke geleceği için parlak sinyaller vermiyor.
Özellikle katma değer yaratan ve temelinde araştırma geliştirme olması gereken yüksek teknolojili üretim konusunda gerçekten çok yol almamız gerekli. Ama önce şu; “ağam paşam” edebiyatı ile “körler sağırlar birbirini ağırlar” davranış tarzını bırakmalı, kamuoyunu pembe tablolar ve şişirilmiş ifadelerle aldatmamalıdır. Ben resme bakınca, verilen Ar-Ge desteklerinin meyvelerini göremiyorum. Güzel ülkemde ekonomik verilerle ilgili olumlu bir tablo da çıkaramıyorum. Zira biz ülke değerlerinin de tamamını yabancılara çoktan sattık. IMF’ye borçlanmıyoruz diye övünüyoruz ama, IMF dediğin de bir tür bankadır, o bankaya borçlanmıyoruz diye sevinip başka bankalara borçlanıyor olmanın anlamı nedir?
Velhasılı kelam; artık boş lafı bırakıp gerçekten memleket faydasına işler, projeler geliştirmek zamanıdır. Bu ülkede bunu yapabilecek nice harika zihin olduğunu da biliyorum. Ne ekersen onu biçersin demişler ya hani. Bizim de 10 yıl sonra ne biçeceğimiz bugün hangi ekini ekip suladığımızla ilgili. Eğer adam kayırma, riya, dalkavukluk, yandaşlık ve rant ağaçlarını suluyorsanız onları biçeceğiz, yok az önce belirttiğim parlak zihinleri ve gerçekten ülke faydasına iş yapacak projeleri suluyorsak onları biçeceğiz.
Bu memlekete faydalı adım ve projelerin önemli bir eksiği var. Şahsa fayda sağlamıyorlar ve etkileri uzun vadede anlaşılıyor. O nedenle pek rağbet görmüyorlar. Bunların rağmet görmesi bir şahıs ya da partiye değil topyekün ulusal bir bilince bağlıdır. Kalkınma hareketini tıpkı bir zamanlar Finlandiya’nın ya da Kore’nin yaptığı gibi ulusal bir bilinçle yeniden inşa etmek gerekir.
Bu tip analizleri çok gördünüz biliyorum. Ar-ge, katma değerli üretim, sanayi 4.0 kelimeleri de tüm medyada havada uçuşuyor. Ancak Türk toplumunun ahlak ve cesareti bu rant düzenine dur deme cesareti gösteremediği sürece ben bir toparlanma olacağını zannetmiyorum.
Bu konuda birçok değeri insanın yapılması gerekenler ile ilgili ifadeleri var. Tarım teşviklerinin arttırılması, enerji problemi için büyük projeler yaratılması, “gerçek” Ar-Ge teşvik programlarının uygulanması, devletin Türk markaları oluşturmak ve rakabetçi tutmak için yapması gerekenler, enerji ve işçilik maliyetlerinin rakip ülkelere göre anlamlı noktalara geriletilmesi ve daha niceleri. Ama gözlerimiz kör ve kulaklarımız bunlara kapalı.
Bunların böyle olmasından hepimiz sorumluyuz. Hiç dış mihrak filan aramayın. Herkes bu bilinçlenme ve aydınlanma için kendi gücünün yettiği kadarı ile birşeyler yapmalı. Unutmayın:
“Başarının çalışmaktan önce geldiği tek yer, sözlüktür”…