Süper Marionun Sürekli İyileşmesi…. |
Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için belli başlı bir vasıtadır.
M.Kemal ATATÜRK
Son zamanların en moda kelimelerinden biri oldu bu iyileştirme. Sanıyorum işletmecilikte moda kavramlar diye bir yarışma düzenlesek, “Yalın”, “Sürekli iyileştirme” ve “Sürdürülebilirlik” mutlaka ilk beşe girer.
Şimdi bu tepemizde dönüp duran ve söylene söylene artık içi boşalmaya başlayan sürekli iyileştirmeyi biraz irdeleyelim. Önce söze neden sürekli iyileştirme diye bir söylem geliştirme ihtiyacı var onunla başlayalım;
Araştırmalar insanların iki farklı düşünce yapısına sahip olduklarını gösteriyor. İngilizce karşılıkları “fixed-mindset” ve “growth mindset” olan bu iki tipi ben sabit fikirli ve gelişime açık olarak çevireceğim. Ancak okuyucular kendilerine daha uygun gelen bir karşılık bulabilirler.
İnsanlar, kendi bilgi ve yetenekleri hakkında farklı inanışlara sahipler. Sabit fikirli insanlar, kendilerinde belli miktarda bilgi ve yetenek olduğunu ve olduğu kadarı ile ellerinden geleni yapmaya çalıştıklarını düşünürler. Bu tip bir düşünme tarzı insanı birçok riskten ve başarısızlık ihtimalinden korumakta ve psikolojik olarak daha konforlu bir alanda yaşamaları anlamına gelmektedir. Ancak aynı zamanda değişime ve yenilikçiliğe de direnç taşırlar.
Açık fikirli insanlar ise belirli bir bilgi ya da yetenekleri olduğundan ziyade isterlerse her konuda gelişebileceklerini, herhangi bir kısıt ya da limit olmadığını düşünürler. Bu tip insanlara göre bilgileri de, yetenekleri de zamanla doğru eğitimle, kendini adamayla ya da iyi bir rehberlikle geliştirilebilir. Bu düşünce tarzı insanları konfor alanlarının dışına çıkmaya, yeni şeyler denemeye ve daha çok risk almaya teşvik eder. Ve elbette yenilikçilik ve değişim için bu özellik çok gereklidir.
Araştırmalarda ayrıca açık fikirli olarak tanımladığımız insanların yönetim tarzlarının da belirgin şekilde diğer tipten farklı olduğu görülüyor. Çevrelerinde daha iyi bir iş ortamı oluşturuyorlar. Çalışanlardan gelecek geri bildirimlere daha açıklar, ekiplerini daha iyi yönlendiriyorlar ve çalışanları tarafından daha adil olarak algılanıyorlar.
Sabit düşünce tarzına sahip olanlar ekiplerinde “yıldızlar” ya da “dahiler” peşindeler. Bunları destekliyor ve ödüllendiriyorlar. Açık fikirli olanlar ise daha çok takım halinde gelişme ve ilerleme peşindeler.
Yukarıdaki araştırma özetleri Standford Üniversitesinde psikoloji profesörü olan Carol Dweck’e ait. Bahsettiğim araştırmalar da onun araştırmaları. Yazının orjinal kaynağına şuradan ulaşabilirsiniz.
Yazının bir yerinde çok hoşuma giden bir ifade yer alıyor, paylaşmak istedim: ” Ekibimdeki insanlara sürekli olarak; şu an “iyi” olduklarını bilmeyi umursamadığımı, umursadığım şeyin nasıl “daha iyi” olacakları olduğunu söylüyorum.”
İşte bu nokta, yazının ana konusu olan sürekli iyileşme ile bağlantı kurduğumuz nokta. Açık fikirli yöneticiler / liderler her zaman gelişmenin ve iyiye gitmenin mümkün olduğuna inandıklarından odak noktalarını duruma değil, yakın geleceğe çeviriyorlar. Ayrıca mevcut durumun her zaman geliştirilebilir olduğuna, tek kısıtın bunun için gerekli kaynak (para, zaman, eğitim vs…) olduğuna inanıyorlar.
Buradan hızlıca şu sonucu çıkarabilirim: İşletmenizde “Sürekli iyileşme” prosedürleri yazmanızın, bunlara Japonca isimler verip “Kaizen” ekipleri kurmanızın, eğer özellikle üst yönetiminiz ve müdürleriniz açık fikirli insanlar değilse hiçbir yararı yoktur. Öyleyse işletmede değişim yapmak, köklü şekilde kültüre etki etmek ve yalın düşünce yönünde ilerlemek istiyorsanız ilk iş olarak en tepeden en aşağıya uzanan ve çok kararlılıkla yürütülecek bir “açık fikirlilik” dönüşümü başlatmanız gerekir. İlk adım olarak müdürlerinize kendilerinden “tüm cevapları bilen” adam olmalarını değil, “birlikte öğrenen ve paylaşan” insanlar olmalarını beklediğinizi söyleyebilirsiniz. Deneme yapmaya, hatalar yapmaya teşvik edebilirsiniz insanları.
Bana göre insan kendinde yeni şeyler deneme, hata yapma ve öğrenme özgürlüğü görmedikçe yalın üretim fikirleri geliştirmesine ve sürekli iyileştirme yapmasına imkan yok. O kafa yapısına sahip olmadan adı “Sürekli iyileştirme” olan prosedürler izlemenin de anlamı yok. Çünkü bu durum bir diğer populer kavrama, sürdürülebilir olmaya engel. Geçici patlamalar yaratabilirsiniz, kısa dönemli iyileştirmeler de olabilir belki ama bunu bir kurum kültürü haline getiremezsiniz.
Sürekli iyileştirme sorgulayan ve düşünen bir kafa yapısı gerektiriyor ki bu, aslında, bizim yetiştirilme şeklimize ve bozuk kültürümüze aykırı. Bozuk kültür diyorum çünkü şu an ülkemin içinde olduğu ya da sürüklendiği düşünme tarzının Türk insanının özünü yansıtmadığını düşünmek istiyorum.
Değişime kendimizden başlamamız gerekiyor. Ne kadar açık fikirliyiz, değişimi, farklı fikirleri, eleştirileri tehdit olarak mı yoksa öğrenme fırsatı olarak mı alıyoruz? Sorgulayıp anlamaya mı, kabullenip yapmaya mı meyilliyiz? Samimi olarak bu cevapları vermemiz gerek. Elbette herkes bu yaklaşımda olmak zorunda değil. Hatta dengeli bir işletme için bence statükoyu iyi işleten insanlara da ihtiyaç var.
Bakın Osman Hocam konuyla ilgili ne diyor:
“”Are we going to re-invent the wheel?” ve “Eski köye yeni adet getirmenin alemi yok” lafları antipatik yaklaşımlar listemin en başında yer alan laflardır. Bu laflar “entelektüel istemiyoruz işinize bakın”, “ortalığı karıştırmayın”, “doğru çözüm bulunmuştur, bilmiyorsanız bana sorun” diyenlerin sahte bilgeliklerinin bir ifadesidir. İşletmecilikte, fizikte, felsefede, coğrafyada, sporda, siyasette, müzikte, sanatta ilerisinin kahramanları tekerleği yeniden icat etme arzu ve cesaretinde olanlar arasından çıkacaklardır. Bizim gibi Rönesans’ı, sanayi devrimini ıskalamış ülkelere statükoyu iyi işleten profesyoneller kadar korkmadan, çekinmeden “bu iş daha iyi nasıl yapılır” diye bakan entelektüeller gerekir.”