Murat Turan/ Ocak 19, 2022

Akıl ederek düşünen ve sorgulayan herkes için hayat kabul edilmiş birçok yanlış içerir.

Kimi bunlara inanış der, kimi gelenek, kimi önyargılar, kimi safsatalar. Nasıl adlandırırsanız adlandırın çevremiz bilimin çok açıkça aksini ispatladıkları da dahil binlerce kabul edilmiş yanlış bilgi ve inanç ile dolu. Nereye bakarsak bakalım onlardan birçoğunu görüyoruz ve ne yazık ki, kendi inandıklarımız da dahil hemen hemen hiçbirini kalıcı olarak değiştiremiyoruz.

İnsanların, dünyanın en akıllı canlıları olduklarını iddia edip, akıl ile ilgisi olamayacak bu kadar absürt inanış ve davranışa sahip olmaları bana her zaman ilginç gelmiştir. Elbette bu yazıda sizden asla bahsetmiyoruz. Hiçbirimizin içine mensup olmadığı ortalama insanlardan bahsedecek ve bu saçmalık denizinde kafayı yemeden seyretmeye çalışacağız.

Hepimiz manyağız!

Bir çevrenize bakın lütfen. Durun ve başka gözlerle bakın. İçinizden akıllı biri bana bir insanın nasıl olup da 210 Milyar dolar serveti olabildiğini açıklayabilir mi? Bu adam 100 yıl daha yaşasa, yılda 2.1 milyar dolar harcayabilir; bu da günde 5.7 milyon dolar harcayabileceği anlamına geliyor. Yani adamın her gün 5.7 milyon dolar yiyerek 100 yıl daha yaşamaya yetecek parası var. Öte yandan dünyada 1.5 milyar insan 1 doların altında bir para harcayarak yaşamaya devam ediyor. İşin daha da garibi, 210 milyar doları olan, 1 dolar harcayandan daha fazla para peşinde.

Peki, dünyanın en salak ve çıkarcı adamlarının kalan akıllıları yöneten pozisyonlarda olmalarını nasıl açıklayacağız?

İnsanların ten renginin ya da doğdukları bölgenin onları üstün ya da aşağılık yapacaklarına inanan kaç kişi yaşadı bu dünyada bugüne dek?

Kaç kişi dünyadaki günahlarından, birine yakın olarak, bir duvara ya da bir aracı kişiye itiraf ederek, bir nehirde yıkanarak ya da bir keçiye günahlarını üfleyip onu öldürerek veyahut bazı özel cümleleri belirli sayılarda tekrar ederek kurtulacaklarına inanır sizce?

Kaç kişi hayatta kalmasını sağlayacak doğal kaynakları tüketerek ve yakında kendi kendini aç ve susuz bırakacağını bilerek yaşar?

Evreni tanrının yarattığına ve onun mutlak olarak her şeyin doğrusunu bildiğine inanan en az 5 Milyar insandan kaçı “Yahu acaba bunda ne yazıyor?” diyerek kendi kutsal kitabını kendi dilinde okumaya ve anlamaya çalışmıştır?

Bunları alt alta sıralayıp ciltletsem Erasmusun “Deliliğe Övgü” başyapıtının 2022 versiyonunu hazırlamış olur, meraklısından iyi de para kazanırdım sanırım.

Özetle kabul edin, hepimiz manyağız. İnsanlık olarak ileri derecede geri zekalıyız ve teknoloji bunu hiçbir şekilde değiştirmiyor…

Tarihe bakalım

” Hayat düşünenler için komedi, hissedenler için trajedidir ” sözünü kim söylemiş diye kısa bir arama yaptım karşıma “Zygmunt Bauman, Albert Einstein, Hugh Walpole ve Horace Walpole” isimleri çıktı. Nasreddin Hoca da söylemiş olabilir. Ama bu söz taş çatlasın son 1 – 2 yüzyıl içinde söylenmiştir ve bu kadar zamanda bile bilginin ne kadar kirlenebildiğini gösterir bana. Dolayısı ile tarih okurken kime göre tarih diye bir bakmak lazım her zaman. Topukları kıçına vura vura kaçtığı savaştan sonra tarihçilere kahramanlığını yazdıran kral fikri, günümüzdeki krallara bakınca, hiç de uzak gelmiyor bana.

O yüzden ben tarihi çok zor okurum. Kendi küçük aklımca doğruyu arayanlardan öğrenmeye çalışırım ama o da onların bulabildiği kadardır.  Ancak tarihe, kişiler ve kesin tarihlerden bağımsız, olaylar, etkiler gözü ile bakarsanız; hele de buna, insanların değişmez aptallıkları açısından yaklaşırsanız, resim oldukça belirgin şekilde karşınıza çıkıyor.

Hangi dönemi istersiniz? Antik Yunanda Sokrates’ın öldürülüşü, Hypatia’nın taşlanışı mesela. Ya da ortaçağ Avrupası olur mu? Sonrasındaki diktatörler, Hitler, Mussolini, bunlara inanan ve peşinden giden koca koca akıllı halklara ne dersiniz? Güneşi Firavunun doğurduğuna inanan Mısır ya da imparatorlarının ölümsüz olduğunu düşünen ve civa içerek sağlıklı olacaklarını sanan kocamaaan Çin hanedanlıklarına bakalım mı? Üstelik bunların halkları ölümsüz dedikleri, tanrı kabul ettikleri adamların ölümünü görünce bile inançlarını sorgulama gereği duymadılar. “Ölmemiştir olm o, gözlerini dinlendiriyodur” dediler.

Hangi halk peygamberini yalanlamamış ve ona eziyet etmemiştir? Var mı dinler tarihinde örneği? Milyonlarca insan kutsal bişey yaptığına ve tanrının böyle istediğine inandırılarak savaşa gönderilmedi mi yüzbinlerce yıldır? Başka milyonlarcası kendi ırklarının üstünlüğüne inanmadı mı? Truva savaşı filmini bir kadın için on binlerin ölüme sürüklenişi gözü ile bir daha seyredin isterseniz.

Günümüzde Amerikalı askerler onur ve ülkeleri için önemli bir iş yaptıkları safsatası ile beyinleri yıkanmış olarak savaş mıyor mu gurbet ellerde? Onuru kraliçenin omzuna vurduğu kılıçta bulan ve savaşarak insan öldürmeyi erdem sayan şövalyeler, samuraylar yok muydu?

Şimdi yok mu?

Aptallıklar tarihinin sonu yok ve bana göre şaşırtıcı olan insanoğlunun bugüne dek kendi başını yememiş ve varlığını sürdürebilmiş olmasıdır.

Mantıklı olalım

Rahmetli Aristoteles mantık ilminin temellerini atmıştı. Ondan sonra yıllar içinde her düşünür bu mantık temellerini baz alarak kah ekledi, kah yorumladı, kah başka şekillerde ifade etti. Kesin olan şu ki; düşünebilen az sayıda insan, mantık konusunda oldukça mesai harcadılar. Mantığın nasıl işlediğini temellendirdiler ve inanmazsınız, bu sistem bugünün bilgisayarlarının ve yapay zekasının temelini oluşturdu. Bilgisayarlar söz dinleyen varlıklar olduğu için onları, telefonları hatta mobilyaları bile akıllandırmayı başardık. Ama insanı akıllandıramıyoruz maalesef…

Mantık ilmi bize, “insanların tamamının aptal olduğu ve rasyonel şekilde düşünmediği” gibi bir önermemiz varsa, bunu kanıtlar ve kesin bilgiler ile desteklememizi, bunun aksini söyleyen kanıtları dinleyip değerlendirmemizi ve bizi doğruya en yakın hale getirecek şekilde sürekli yeniden analiz etmemizi söyler.

“Kim uğraşacak lan bununla, aç Netflix’te yeni dizi gelmiş” demek her zaman daha mantıklıdır diyebilirsiniz. O halde mantık aramakla uğraşmak mantıksızdır ve bu da bizi başka bir mantıksal döngünün içine sokar. O yüzden isteyen dizi izlesin isteyen mantık arasın, herkes haklıdır diyen Nasreddin hoca üstadımızdır, candır.

Elbette insanların tek tek aptal olduklarını iddia edersek karşı binlerce kanıt önümüze serilir. Aynı zamanda insanoğlu binlerce yıllık sanatı, kültürü, teknolojiyi de üretmiştir. Bu da ancak akıllı varlıkların yapabileceği bir şeydir. Zira köpekler binlerce yıldır parklara sıçıp kemik gömmekten öteye gidememiş, bazı türleri ise altın varaklı saraylar ve gösteriş yapıp insanoğluna zerre fayda sağlamadan ego ve kibirlerinin girdabından çıkamamışlardır.

O halde insan akıllı ve düşünebilen bir varlıktır. Hatta sadece düşünmez, yenilikçi fikirler oluşturur, hayal eder ve dönüştürür.

Ama hangi insan?

Sorgulamak ve Sorgulamamak İşte Bütün Mesele Bu

İşte gelmemiz gereken noktaya geldik. İnsan, sorguladığı, merak ettiği, soru sorduğu ve düşündüğü sürece, hayal ettiği sürece insandır. Bu özelliklere sahip olmayan – o yazının başında belirttiğimiz, bizim içinde olmadığımız çoğunluk – ise en aşağılık hayvandan da beterdir.

Çok şükür ki, bu son önermemin ispata ihtiyacı yok. Zira Yunus suresi 100. ayette şu yazıyor Kur’an’da :

“…Ve O aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder! “.

 

Bu ayetin açıklaması için Mustafa İslamoğlu mealinde şöyle bir dip not eklenmiş. Üstad söylemek istediklerimi benden daha iyi söylediği için müsaadenizle aynen ekliyorum:

Bu ayetteki pislik kelimesi: Kokuşmuş ve çürümüş bir hayatı yaşamaya. Veya: “onur kırıcı iğrenç musibetlere..” (Ricsin “pislik” anlamı için bkz: 7:71, not 54. Ayrıca bkz: 6:125, not 108). Parantez içi açıklamamız âyetin son cümlesine dayanmaktadır. Aklını kullanmamak, tüm sapmaların çıkış noktası olarak gösteriliyor. Vahyin amacı insana aklını doğru kullanmayı öğretmektir. Yani, insanın kendini pisliğe mahkûm etmesine mani olmaktır. İç dünyasını vahye inşâ ettirmeyenler, değdiği her şeyi önüne katıp sürükleyen bir sel gibi gürül gürül akan duyguların ve güdülerin dünyasına teslim olurlar. Akıl, kalbin duygu selini kontrol altına almak için verilmiştir. Bu yüzden akıl kalbin bağı hükmündedir. Kalbine akılla ferman dinletemeyen kimse, bir müddet sonra eline, ayağına, gözüne, kulağına, diline, dudağına da sahip olamamaya başlar. Nihayet kendine sahip olamaz hâle gelir ve kendini kaybeder. Can alıcı soru şudur: Kendini kaybeden neyi kazanabilir?

 

Zumer Suresi 39. Ayet ise şöyle:

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ne var ki, sadece aktif akıl sahibi olanlar bundan ders çıkarabilir..”

 

Kur’an’da düşünmek, sorgulamak, akletmek eylemlerinden bahseden 700 e yakın ayet vardır. Ve inadına yapar gibi, en sorgulamaz, düşünmez, akletmez kesim de ona inandığını iddia edenler arasındadır.

 

İnsanların bu akıl almaz çelişkilerini yukarıda onlarca satırda yaptığımız gibi yermek ve alaycı bir dille eleştirmek kolay. Ama anlamaya çalışıp sorgulamazsak kendimizle çelişmiz olmaz mıyız?

Sahi neden böyledir insan?

Kök Neden Analizi

İnsanoğlunun saçma davranışları aslında altta yatan çeşitli istek ve kaygılarının sonucudur. Varoluşunu anlamlandıramayan insan doğuşundan itibaren varoluşsal bazı güdü ve kaygıların elinde yoğrulur ve olgunlaşır. Bunların en belirgin olanları ölüm, yaşama amacı, bir gruba ait olma ve anlam kaygılarıdır “Varoluşsal Psikoterapi” kitabı eşliğinde bunları daha önce detaylı incelemiştik. Ancak bu yazıda, bu kaygıların bizi nasıl aptalca inanış ve davranışlara sürüklediğine bakalım.

Heideger dünyada iki temel varoluş biçimi olduğunu söyler. Birincisi varoluşu unutarak, ikincisi ise varoluşun farkında olarak var olmaktır. Varolmayı unutma durumu insanın madde dünyasında yaşayıp, kendisini sıradan hayat oyalamalarına kaptırması ve boş şeylerle ilgilenmesidir. “Varolmayı düşünme” durumunda ise, birey, işlerin gidişine değil oluşuna hayran olur. Bu tarz, varoluşun farkında olmak demektir.

Ancak varoluşu düşünme, yok oluşu, ölümü de düşünmek demektir ve birçok açıdan kaygı vericidir. O yüzden insanların önemli bir kısmı bunu yok saymayı ve maddesel dünyaya kendini kaptırmayı tercih eder. Bu da düşünmemeyi, sorgulamamayı ve madde dünyasının sığ hazları için tüm erdemlerden vazgeçmeyi gerektirir. Netice ise dışardan bakıldığında çok anlamsız gelen bir sürü saçmalıktır. Vermenin değil de almanın, herşeyin daha fazlasına sahip olmanın, güzel, zayıf, zengin, güçlü olmanın daha iyi olduğuna duyulan derin ve güçlü inanç insanoğlunun en büyük kabul edilmiş yanlışlarından birini oluşturur.

Bir gruba ait olma duygusu sizi bir partiye, bir taraftar grubuna, bir çeteye dahil olmaya, ancak oradayken varolduğunu hissetmeye itebilir. Buna genel hastalık olarak, sorgulamama ve görmezden gelme de eklenirse, bir anda, sizden olanların tüm zulüm ve hırsızlıklarına, ahlaksızlıklarına, yolsuzluklarına göz yuman ve sizden olmayanların gözünün üzerindeki kaşa bile nefret kusan bir halde kendinizi bulmanız mümkündür. Ne dersiniz, tanıdık geliyor mu?

Bunlar ve benzeri kaygılar tarih boyunca insanı inanılmaz şeylere tapmaya, inanılmaz varlıklara kutsallık atfetmeye, çok mantıksız şeyler için ölmeye yöneltmiştir.  “Korkunun bir nesnesi vardır; kaygının ise yoktur. Bu çerçevede, kaygı, bilinmeyenin korkusudur ve nesne ortaya çıktığında korkuya dönüşecektir.” Anlamadığı, bilmediği herşeyden korkan insan için varoluş, yok oluş kaygıları asla maddeleşmeyecek ve sürekli taşınacak kaygılardır. Onları ancak saçma şekilde de olsa maddeleştirebilirseniz o zaman korkuya dönüşür ve korku, kaygıdan iyidir. Bu öyle bir saplantıdır ki, tarih boyunca tüm insanlar görüp hissedemedikleri bir Tanrı yerine elleriyle kendileri yaptıklarını bilseler de putlar yapıp tapınmayı ya da birilerine bu sıfatları vermeyi daha uygun bulmuşlardır. Bu konuyu düşünürseniz öyle sonuçlar bulursunuz ki Einstein üstadın güzel sözünü alıp konuyu noktalamaktan başka çareniz kalmaz:

İki şey sonsuzdur; İnsanoğlunun aptallığı ve evren. Fakat ikincisinden emin değilim.’ – Albert Einstein

 

Son bir örnek verip bu kısmı kapatalım. Somutlaşmayacak önemli bir kaygı da geleceğin belirsizliğidir ve insanoğlunun bu konudaki salaklığı da akıl almaz boyutlardadır. Geleceğin bilinmesi için kahve falından, yıldız analizine, fal oklarından, çeşitli kartlara, kemiklerin oyuklarına bakmaktan rasgele yere atılan taşların konumlarını okumaya kadar binbir türlü fal ve binbir türlü falcı çeşidi vardır. Üstelik bu saçmalıklar insanlık tarihinde savaşlardan büyük anlaşmalara kadar birçok önemli konuda belirleyici rol almıştır.

 

İş Hayatı ve Akıl

Günümüzün iş dünyasında hangi ön kabuller ve hangi yanlış, kabul edilmiş davranış biçimleri var?

Malcolm Gladwell’in son kitabında gördüğüm ve çok beğendiğim bir araştırma var. Dünyanın en iyi üniversitelerinde okuyanları %30 luk başarı dilimlerine ayırmışlar. Aynısını, kötü kabul edilen prestiji çok daha düşük üniversite öğrencilerine de yapmışlar. Başarı kriteri olarak ise örneğin bilimsel makale yayınlama sayısını almışlar.

Araştırma şunu gösteriyor (sayıları örnek olması için yazıyorum) : 1. sınıf üniversitelerin ilk %30 luk dilimine 100 puan dersek, 1. sınıf üniversitenin ikinci %30’luk dilimi 60, 3. %30’luk dilimi ise 30 puan alıyor. 2. sınıf üniversitenin ilk %30’luk dilimi 70, ikinci dilimi 50, 3. dilimi ise 10 puan alıyor.

 

İlk %30’luk dilim İkinci %30’luk dilim Üçüncü %30’luk dilim
1. Sınıf Üniversite (Harvard)

100

60

30

2. Sınıf Üniversite (Colorado)

70

50

10

Bu çalışmadan anlıyoruz ki, akademik açıdan iyi okulların iyi öğrencileri gerçekten iyiler. Ama aynı okuldaki 2. kesim kendilerini çok iyilerle karşılaştırdıkları için mutsuz, yetersiz ve başarısız hissediyorlar. Üçüncü kesimde bu daha da kötü bir hal alıyor. Halbuki üçüncü %30 a girenlerin bile giriş puanı diğer üniversitelerin en iyi kesiminden yüksektir.

Öte yandan nispeten zayıf bir üniversitenin iyi öğrencileri içinde bulundukları ortama göre yıldızlaşıyorlar. Moralleri daha iyi, özgüvenleri daha yüksek.

Bazen çocuklarımın çok iyi bir okulda vasat olmaları mı yoksa vasat bir okulda iyi olmaları mı daha mantıklıdır diye düşünürüm ben.

Ve eğer bir işe alma sorumlusu olsaydım, mezun olunan okul konusunda bildiklerimi bir daha düşünür, elimdeki başvuruları başka gözlerle yeniden incelerdim.

İnsanlarla aynı ortamda iyi bir uyum ile çalışmamız için onların bazı özelliklerinin olmasını bekliyoruz. Mesela çalışanlarınızda şunlar olsun ister misiniz?

“Liderlik, tevazu, görgü, sebat, tutku, etik, güvenilirlik, hoşgörü, dikkat, saygı, merhamet, empati kurabilme, iş birliği”

Eğer isterim diyorsanız, hatta bunların gelişimi için eğitim programları filan düzenliyorsanız; bana söyler misiniz hangisinin dersi var okullarda? Üniversite derecesi ya da mezun olunan bölüm hangisini etkiliyor? Biz işe alma süreçlerinde gerçekte ne arıyoruz? Neye göre değerlendiriyoruz?

Herkesin diline pelesenk olmuş Yalın Üretim ya da Endüstri 4.0 kavramlarında kaç saçmalık, kaç boş klişe, kaç doğru sanılan yanlış var anlatamam. Belki sadece bu konularda ayrıca yazmak gerekir.

Apple şirketinin muazzam başarı öyküsü ya da Nokia şirketinin batış hikayesinde de doğrularla karışık bir çok sığ yorum, birçok yanlış çıkarsama ve mantık dışı argüman bulabilirsiniz. Ama bunları öyle güzel paketler ve anlatırlar, öyle çok kişi bunların doğru olduğundan emim olur ki, siz sorgulamak konusunda ya tereddüde düşer ya da hiç gerek duymazsınız.

Dogmalardan Kurtulun

İşte dogmalar, hurafeler, saçma inanışlar, önyargılar hep bu birçok kişinin uzun süredir doğru olarak kabul etmesi ve aklını işletip sorgulamaktan korkması ya da üşenmesi sonucu yüzyıllarca sürer gider. Hatta, saçmalıklar üzerinden yıllar geçtikçe daha da saçma bir hal almaya başlarlar.

Ortaçağda kilisede görevli birkaç süper akıllı, nerelerinden anladılarsa, İncil’deki yaradılış pasajlarını bi taraflarıyla yorumlayıp saçma sapan çıkarımlara ulaştılar. Bu gerzeklerin yanlış anlamalarını düzeltmek neredeyse 1500 yıl ve birçok cana mal oldu. Zira doğru kabul edilen dogma bir kez köklendi mi, onun yanlış olduğunu kabul etmek ayrıca uzun süredir aptal ya da yalancı olduğunuzu kabul etmek gibi olacağından, bozuk inanışın sahipleri onu her tür akıl ve bilim kanıtına karşı canla başla savunurlar.

Sokrates, Galileo, İmam-ı Azam Ebu Hanife ve  Atatürk’ün ortak özellikleri her birinin dinsizlikle suçlanması, kafir ilan edilmesi ve o zamanın sözde din konusunda ehilleri tarafında afaroz edilmeleridir.

İnsanoğlu ilim sevmez, dogma sever. Düşünmek ve sorgulamak istemez, birilerini ulu kabul edip biat etmek ister. Rasyonel kararlar vermez, dürtülerine, şehvetine, kibrine, duygularına göre karar verir. Her kim bunların aksine düşünür, konuşur, eyleme geçerse onları da asar, keser, zehirler, sürer, elinden gelen zulmün her türlüsünü yapar. Bu dün de böyleydi, yarın da muhtemelen böyle olacak.

Ve Kur’an’ın benim inancıma ve aklıma göre kusursuz tespiti ile; insanoğlu başına gelen her musibet ve felaketi de bu düşünüp sorgulamaktan kaçınması nedeni ile yaşadı, yaşayacak.

Ne iş yerinde, ne siyasette, ne dinde sorgulanmamış hiç birşey bırakmayın. Hiçbir şeyi kesin doğru olarak kabul etmeyin ve insan için aklını işletebilmekten daha büyük bir nimet olmadığını, hatta sizi insan yapanın bu olduğunu unutmayın.

Bana sistem kurmaya ya da yalın benzeri çalışmalara ne ile başlarsınız diye soruyor bazı dostlar. Cevap veriyorum : Sorgulama ile…

Şirket gerçekte ne istiyor, müşterinin beklentisi ne, çalışanlar neden o şirkette çalışmaya devam ediyor? Hepsini sorgular ve anlamaya çalışırım. Ama şirket internet sitelerinde ya da IK çalışanlarının ağızlarında dolandırıp durdukları ezberlerle değil, sorgulanmış gerçek bilgilerle yeniden sorarım.

İlk başta dini inanç ile ilgili olanlar olmak üzere, size öğretilen her bilgiyi safsata, hurafe, dogma, boş klişe olması açısından yeniden sorgulayın. Hayatınızın çoğunu oluşturan iş yaşamınız, inanç dünyanız, dünya görüşünüz, siyasete bakışınız hep yanlışlarla ve bozulmuş inanışlarla dolu ise nasıl anlamlı bir hayat süreceksiniz? Akıl ile çelişen hiç birşeyin hayatınızın içinde olmasına izin vermeyin.

İnsanın kusurlu olduğu, kibre, gösterişe meyilli olduğu, düşünmekten korktuğu ve çoğunlukla zahmetsiz bol getiri peşinde olduğu doğrudur. Ama kim bilir, belki de bunlara direnmek ve sorgulayarak hakkı aramaktır sınavmız…

Sorgulayan bir akla ve bunu yapacak cesarete sahip herkese selam olsun!

 

Not: Uzun süredir elim yazmak için klavyeye değmemişti. Hayatın başka süreçleri içinde boğuşurken ve malum ülke gündemi varken bir türlü yapamamıştım. Bu süreçte yazmadığım için sitem eden, yazmam için yüreklendiren ya da merak edip nedenini soran herkese çok teşekkür ediyorum. Bu benim için paha biçilmez bir hediyedir…

 

KURAN’IN BÜYÜK FARZI : SORGULAMAK

https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=39&ayet=9
https://hipokampusakademi.com/varolussal-sanci-varolussal-kaygi-nedir
https://www.gazikitabevi.com.tr/urun/salaklik-ustune-deneme
https://www.kitapyurdu.com/kitap/salaklik-tarihi/48758.html

 

Share this Post