Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Doğuşunuzla birlikte hazır bulduğunuz geçmiş sizin için ne kadar önemli?
Kendinizi ait hissettiğiniz geçmişle bağlarınızı değerlendirmeye ve bunun sizi tanımlamasına ne ölçüde izin verdiğinize bir bakmaya var mısınız? O halde buyrun yeni seferimize;
İnsan
Çok yönlü, çok karmaşık, çok zor bir iş insanı tanımlamak. Var olduğu andan itibaren, kendisine bahşedilen zamanın sonuna dek, bir çok fazdan geçen ve birçok hale bürünen insanın varoluşundan ne anladığı, kendisini nasıl tanımladığı, aynaya baktığında ne gördüğü üzerine yazıyoruz. Daha doğrusu, insanın beşerlikten çıkıp “insan” olarak addedilmesi için ne görmesi gerektiği üzerine düşünüyoruz.
Şeklen insana benzemek ve nefes alıyor olmak “insan” olmak için yeterli değil. Benim bu yazıda insandan kastım, düşünebilen, sorgulayan, başkaları için de üzülebilen, özgür ve sorumluluk sahibi bir varlıktır. Bu özelliklere sahip olmayanlardan beşer olarak bahsedeceğiz ve insanın geçmişinin bu gününe ne kadar etki ettiğini anlamaya çalışacağız.
Kökler
Doğduğumuz gün, seçmediğimiz bazı sosyal geçmiş özellikleri ile dünyaya geldik. Bir ırka mensuptuk. Doğduğumuz coğrafyada baskın bir din vardı. Ailemizin geçmişi ve din anlayışları vardı. Bir millete mensuptuk ve bir cinsiyetimiz vardı. Belirli bir ten rengine sahiptik. Tüm bu özellikler bize bazı avantajlar sağlayabildiği gibi büyük olumsuzluklar da getirebiliyordu. Geçmişte atalarımızın yaptığı gurur verici başarıları öğrendik. Kendi cinsimizin tarihi ve geçmiş travmaları bizi etkiledi. Kadınsak örneğin sırf bu kök nedeni ile hayatı algılama biçimimiz yapılandırıldı.
Şimdi bir an düşünün. Miras aldığınız bu geçmiş sizin mi? Bu mirastan size kalanlar bugünün sıkıntılarında size bir fayda sağlıyor mu? Kendinizi ifade ederken hangi köklerinizden bahsediyorsunuz?
Tarihten bize fısıldananlar, köklerimizden bize kalanlar, tek tek inceleyip kendi süzgecimizden geçirmedikçe yanılsamalar ve muğlaklıklarla dolu.
Geçmişten hatırladığımız her şey, nostalji ve onur duygularıyla bin bir türlü yanılsama ve tutkunun seliyle yıkanıyor, hatta boğulup gidiyor.
Theodore Zeldin, İnsanlığın Mahrem Tarihi, syf. 65
Bir örnek ile açmaya çalışalım;
Ben Müslüman, Türk bir erkeğim. Köklerimden bana kalan kahramanlık ve onur duyguları, acı ve kederle örülmüş yakın tarih, kusursuz son din ve onun gururu ve doğruluğu konusundaki tatmin var. Erkek oluşumdan duyduğum gurur ve bu sıfatın bana kattıkları ve katmadıkları da var. Bunlar benim köklerim ve bir bitki gibi hayata tutunmamı sağlayan kökler. Ama botanik bilimi göstermiştir ki köklerin tek işlevi bitkiyi toprağa bağlamak ve besin girişi sağlamak değildir. Kökler hormon da üretir. Bunu insana uyarlarsak, kökler aynı zamanda ruh hallerimiz üzerinde de etkilidir.
Eğer bir beşer kendini sadece kökleri ile tanımlıyorsa; geçmiş başarılara, binlerce yıl öncesinin zaferlerine, o zamanki düşünürlerin fikirlerine, kendisine doğru olarak anlatılan tüm o geçmişe takılıyorsa, hala sadece onlarla övünüp oyalanıyor ve aslında çoğu zamanla mitleşmiş, ekseninden kaymış, bir çok ilave ile kulaktan kulağa başkalaşmış yakın ve uzak tarih çukurlarında kalmışsa, Ali Şeriati’nin deyimi ile; insanın 4 zindanından birinde tutuklu olarak yaşıyor demektir. Rahmetli Ali Şeriati “İnsanın 4 zindanı” eserinde geçmişi de zindanlardan biri olarak tanımlar ve birinin gerçekten “özgür” olabilmesi için kendini bu tanımların da ötesine alabilmesi gerektiğini söyler.
Bugüne kadar varlığıyla yetindiğimiz türden köklere sahip olmak artık yeterli değil. Anne ve babalarından farklı olduklarını, kendilerine özgü düşünceler olan benzersiz bireyler olduklarını düşünen ve şiddete gömülü geleneklerden rahatsızlık duyan insanlar için, atalarının kim olduğu ve nelerden gurur duyduğu bilgisi artık yeterli olamaz. Özgür olmayı isteyen insan, kişisel duygularını ve hırslarını anlayabilmek için daha geniş bir alanı daha derinlemesine kazmak zorundadır.
Theodore Zeldin, İnsanlığın Mahrem Tarihi, syf. 64
Köklerin ötesine geçmek tarihini ve atalarını inkar anlamına gelmiyor. Kendini sadece bunlarla tanımlamamak, ötesine bakmak, onlardan çıkarılacak ders varsa çıkarıp yarın için kendin olmaya çalışabilmek anlamına geliyor.
Yapraklar
Köklerin tıpkı bitkilerdeki gibi insanı bir yere bağladığını ve ruh halleri üzerinde de etkili olduğunu söyledik. Şimdi aynı bitkinin yapraklarına uzanalım.
18. yüzyıla gelinceye dek bitkilerin yaşamı bir sırdı. Zaman içinde, dünyanın en önemli biyofiziksel sürecinin sorumluluğunun köklerde değil yapraklarda olduğu, bitkinin besin ve enerjisinin büyük ölçüde yapraklar aracılığı ile elde ettiği ve uyum sağlama yeteneğini, soğuk ve kuru topraklarda hayatta kalabilmesini onlara borçlu olduğu anlaşıldı. Age, syf 65
Bitki kökleri ile varlık sahnesine tutunsa da, büyümesini, hayatta kalmasını, gelişmesini yaprakları ile sağlıyor. Yapraklar, hem fotosentez gibi bilinen tek cansız bir elementten (ışık) canlı madde (şeker) üretim mucizesini yapar hem de araştırmalara göre bitkinin tüm yaşam süreçlerinde şekilleri ile, damar ağları ile hayati rol oynarlar.
Öyleyse bir bitki için kökler tutunma, sağlam durma ve hormon salgılama görevlerini, yapraklar ise büyüme, gelişme, uyum sağlama, farklılaşma görevlerini üstlenmiştir. Yüz binlerce farklı yaprak biçimi hayata tutunmanın yüz binlerce ayrı yolu olduğunu gösterir.
Aynen insan gibi…
İnsanın yaratıcılığı, bilinci, sorgulaması, düşünmesi, enerjisi, hayata bakışı ve hayat mücadelesi yapraklarıdır. Bunlar kökler gibi doğduğunda hazır bulunmaz. O köklerden gelişir ve başka bir forma bürünürler. İşte insan olmak ile kasıt budur. İşte köklerde takılıp kalmamak budur.
…uyum sağlama becerisine geleneğe verdiği kadar değer veren, enerjiyi, yaratıcılığı ve düşünce serbestliğini özleyen bir kuşak için, hangi yönden gelirse gelsin güneş ışığını bedeninde duymak cazip bir fikir olmalıdır. Age., syf,66
Yaprakların da ötesi…
Köklerinden güç alan ama onlardan sıyrılıp hakka, doğruya, ne yönden gelirse gelsin güneşe yaprak açan insan filizlenir ve büyür. Artık onun nereden geldiğinin çok önemi yoktur. Önemli olan nereye gitmeye çalıştığı, neye ulaşmayı arzuladığı, ne gibi meraklar ve endişeler taşıdığı, hayatı nasıl anladığı ve sorguladığıdır. Bunlar Kur’an’da kısaca “takva” – kişisel bilinç ve sorumluluk duygusu – ile, “sorgulayan aklını işleten insan” tanımlamaları ile yer bulur.
Artık sonraki aşamanın, belki de varoluş amacının zamanı gelir. Aldığı besinle büyüyen bitki artık kendine çalıştığı kadar çevresine de fayda sağlıyordur. Kimi zaman gübre, kimi zaman besin, kimi zaman bir hayvana yuva olarak. Ve hepsinin neticesinde çiçek açar ve meyve verir. Kökten, karanlıkta başlayan macera başka tohumlara can veren ve başka hayat formlarını destekleyen bir biçime dönüşmüştür.
Meyve olan insan artık şahsi kaygılarından ve kişisel çıkarlarından kurtulmuştur. O artık “almak” değil “vermek” üzerine kuruludur. İşte bu onu “büyük” insan yapar. Tarihte hatırladığınız ne kadar büyük insan varsa hepsi ama hepsi kendini büyük bir davaya adamış ve bu uğurda türlü cefayı göze almış insanlardır ki, bazı güzide örneklerini “Dokuz Köyden Kovulanlar” yazı dizisinde anlatmaya çalışmıştık.
O halde, eğer beşer ilim güneşine dönmemişse, soru sorma, aklını işletme yolu ile, tıpkı fotosentez yapan yaprak gibi, ışığı alıp işleyip değer üretmiyorsa, geçmişin muğlak zaferleriyle övünüp durmaktan öteye geçememişse bizim bahsettiğimiz anlamı ile “insan” olmamış demektir.
Böylelerinin cümleleri atalara övgü ve geçmiş masallarından öteye geçemez. Kendisine ezberletilen şeyleri ne sorgular ne de üzerlerine bir şey koyabilir. Düşünmemek onu bir kök gibi karanlığa toprağın altına hapsetmiştir. Aklını kiraya vermiş, belli jargonları tekrardan öte bir fikir üretmemiştir. Yaprak vermeyen beşerin ışıkla beslenmeyen aklı yerini karanlığa, bağnazlığa, zorbalığa bırakır.
Bazı insanlar ise ışıkla beslenmiş, çiçek açmış ve şöyle demeye başlamıştır;
Benim tutkularım var, hem de pek büyükleri; fakat bu tutkular, yüksek makamlarda bulunmak veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin doyumuyla ilgili bulunmuyor. Ben bu tutkularımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir görevin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün yaşamımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım. Atatürk, 1914 (Melda Özverim, Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü., s. 42)
Nev-i insan haşrederek tazim ederler adına
Kim feda-yı nefs eylerse cinsinin imdadına…
Böyle demiş Ziya paşa. Kim kendi nefsini insanların faydasına feda ederse işte ona “insan” derler diyor kısaca.
Bütün insanlığın varlığını kendi şahsında gören adamlar bedbahttırlar. Besbelli ki o adam fert sıfatı ile mahvolacaktır. Herhangi bir şahsın yaşadıkça memnun ve mesut olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelenler için çalışmaktır. Makul bir adam ancak bu surette hareket edebilir.
Mustafa Kemal Atatürk
Hayata geliş amacını, kendi kişisel evrimini gerçekleştirmek istersen, yapraklarının olup olmadığına bak. Eğer varsa ışığı, ilmi almaya devam et. Çiçekleneceksin bir süre sonra ve arıları, böcekleri çekeceksin kendine. Faydan olmaya başlayacak çevrendeki her cana. Nefes alırken nefes aldıracaksın oksijen üreten yapraklarınla. Sonra meyve verecek ve değerli olanı bir sonraki nesle taşımak için elinden geleni yapacaksın. Köklerini unutmadan, onlar ile ayakta kalarak, onlar ile en sert rüzgarlara direnerek ama onların çok üzerinde ve çok başka bir formda yaşayacak ve varolmanın milyarca yolundan kendi yolunu bulacaksın.
Bunların hiçbirini yapmayıp karanlık köklerde de kalabilirsin. Sadece kendi faydanı kollayıp en çok faydayı elde etmek uyanıklık ve zekilik olarak görünebilir sana. Işığa ulaşamazsın yaprakların olmadan o yüzden karanlıkla, hurafeyle, bağnazlıkla, yobazlıkla beslenmeye devam edebilirsin. Hayatta en zekice iş bir nüfuz sahibine yanaşmak ve dalkavukluk yapmak olarak görünebilir sana. Düşünmez, sorgulamaz, körü körüne inanır ve itaat edersin istersen. Tartışamaz kavga edersin, savunamaz fanatiği olursun. Böyle bir yaşam formu da yaygın olarak var. Ama ben onlara “insan” demiyorum;
…insan başka bir insanı öldürdüğünde katil de olsa insan kalır. Fakat başkasının önünde eğilen veya dalkavukluk yapan insan artık “insan” değildir. Ama o bunun farkında değildir.
Ali Şeriati, Bilinç ve Eşekleştirme, Syf. 25
Yapraklar filizlendirmeniz, çiçek açmanız ve meyve vermeniz dileği ile…
** Bu yazı büyük ölçüde Theodore Zeldin’in “İnsanlığın Mahrem Tarihi” kitabından esinlenmiştir. İnsanı kök ve yaprakları ile bitki üzerinden anlatma benzetmesi tamamen ona aittir…
İnsanlığın Mahrem Tarihi, Theodore Zeldin, Ayrıntı Yayınları, 7. Basım, 2020 Ankara
https://evrimagaci.org/neden-bu-kadar-farkli-sekillerde-yaprak-bulunur-yapraklar-sekilleriyle-damarlar-arasindaki-evrimsel-iliski-nedir-253
https://en.wikipedia.org/wiki/Leaf