“Hayat, siz plan yaparken başınıza gelenlerdir” sözü doğru mu?
” Doğumdan ölüme her saniyesi önceden yazılmış kaderimizi mi yaşıyoruz?
” İnsan kendi kaderi elinde olan ve kendi geleceğini planlayabilen bir varlık mıdır?
Bunlar ve benzerleri, hepimizin hayatın bir döneminde üzerinde derin derin düşündüğümüz, birazcık kafa yorduğumuz ya da en azından şöyle bir göz attığımız sorulardır. İnsanlık tarihi kadar eskiler ve onbinlerce yıl geçirmiş, birçok medeniyet, din, felsefe, öğreti görmüş geçirmiş insanoğlu tarafından hala tam olarak çözülememiş konular bunlar. Eh, onca zaman çözülemediyse çözmek bizim ne haddimize de, yine de üzerinde düşünülmeye değer. Buyrun bakalım hayatı planlamaya, rüzgarımız bol ola;
Planlamak ya da planlamamak
Hayatınızı an ve an planlar mısınız, yoksa her şeyi akışına bırakıp hiçbir planı olmadan sürüklenip gidenlerden misiniz? Bunların hangisi hayat karşısında doğru yaklaşımdır? İnsan önündeki geleceği ne zaman ne ölçüde planlamalıdır? Hepsinden de önemlisi; planlaması bir işe yarar mı?
Bu sorular kafamızı kurcalarken doğru yanıtları bulmak için biraz “segmentasyon” yapmakta büyük fayda var. Öncelikle hayatımızı çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık olarak dörde bölelim. Ayrıca her bir dönemde hayatımızla ilgili kararlarımızı da teknik kararlar ve duygusal kararlar olarak ayıralım. Teknik kararlar okul, eğitim, iş, kariyer gibi konuları, duygusal olanlar ise dostlar, arkadaşlar, ilişkiler, aşk, evlilik gibi konuları içersin. Bunların birçok noktada birbirine girdiğini biliyorum. Ama şimdilik bu şekilde ayıralım. Mühendis kafası böyle bir konuda yazı yazarsa bu kadar olur işte, kusura bakmayın…
Bu ayrımın içinden hiçbir konuda plan yapmadığımız ve bize sunulanı yaşamaktan başka çaremiz olmayan çocukluk dönemini de çıkaralım. O dönem hayatla ilgili planlar yapmıyoruz ama o dönemde yaşadıklarımız sonradan hayata bakışımız ve planlarımızda büyük rol oynayabiliyor.
Planlamanın ilk zamanlarına, gençlik yıllarına daha yakından bakalım;
Ah gençlik ah!
“Şimdiki aklım olsaydı…” diye başlayan cümleler kurmamışsanız daha yaşınız genç demektir. Ama yetişkinlerin çoğu o dönemde başka seçimler yapmış olmayı dilerler. İlk gençlik yılları, “teoride” bizim hayata yavaş yavaş atıldığımız, kimliğimizi keşfettiğimiz ve ne yapmaktan hoşlandığımızı bulduğumuz yıllar. Bu teori gerçek olsa, hepimiz o yıllarda türlü seçenekler ve yanlışlardan sonra kendi kimliğimiz bulur, ne yapmak istediğimizi keşfeder ve ona göre ileriki yıllara bir yönelim belirleyebilirdik. Ancak gerçek hayatta, ancak küçük mutlu bir azınlık bu kadar şanslıdır. Kalan mutsuz çoğunluk olarak bizler çok değişkenli karmakarışık bir fonksiyonun içinde buluruz kendimizi. Aile yapımız, arkadaş çevremiz, o dönemin modası, trendleri, içimizde bir türlü durmak bilmeyen manyak hormonlarımız, havalı olma isteği, kabul görme ve beğenilme endişeleri, ekonomik zorluklar, yokluklar, baskı, şiddet ve daha nicesi ile boğuşan ve bunlardan etkilenen genç insanlar oluruz. Henüz çok tecrübesizken, hayatın ne olduğu ve kendimizin kim olduğu henüz net değilken kafayı berrak tutup plan yapmak öyle kolay iş değil. Yapamadıysanız kendinizi üzmeyin, gayet normal. Plan yapmak için bilgi ve vizyon gerekir. Ne olduğunu bilmek, gelecekte neler olabileceğini ön görerek olasılıkları değerlendirmek ve önceden doğru adımları atmak ise planlı yaşamak, o yıllarda sizde ne bilgi ne de vizyon vardı. Plan yaptıysanız ve tuttuysa tamamen şanstır, böbürlenmeyin.
O yıllarda plandan kasıt; ileride aç kalmayacağınız bir meslek edinmek, kızlar ya da erkekler tarafından arzulanacak bir stile sahip olmak, bir şekilde ekonomik kıskaçtan kurtulmak olur büyük bir çoğunluk için. Babamın holdinginde mi çalışsam yoksa kendim bir şirket mi kursam diyenlerle, manken mi olsam güzellik kraliçesi mi acaba diyenler de vardır ama istisnalar kaideyi bozmaz. O yıllarda, size kılavuzluk yapacak doğru kaptanlar varsa hayatınızda çok ama çok şanslısınız. Bu anne – babanız, bir öğretmeniniz ya da bir şekilde hayatınızda olan biri olabilir. Bin bir ayartıcının, cezbedicinin olduğu o mayınlı denizde iyi bir kılavuz kaptan inanılmaz fayda sağlayacaktır. Tabii kaptanı dinlerseniz. Biliyorum ki o dönem öyle aptallaşır ki insan, ne tavsiyeyi ne verilen öğüdü pek takmaz kulağına. Bu da “kader”in bir parçasıdır ve böyle kodlanmıştır. Kader konusuna birazdan daha detaylı gireceğiz. Ama bu ilk gençlik yılları ile ilgili şu kadarını söyleyelim; geri dönüşü olmayan bataklara (uyuşturucu gibi) girmediyseniz, sonradan telafi edemeyeceğiniz kayıplar yaşamadıysanız (okulu tamamen bırakmak gibi), birazda ileride işinizi kolaylaştıracak birikim (bilgi) edindiyseniz çok şanslı %1’lik dilime girmişsiniz demektir. Bundan sonra hayatı planlayabilirsiniz. Peki, o %1 e giremediysek ne olacak? Hiçbir şey! Hayatın açması muhtemel kapıların kombinasyonu sonsuzdur ama işiniz elbette o şanslı dilimden çok daha zor olacaktır. Eğer hayat size imkan verdiyse lütfen farkında olun ve şanslı dilimde kalın.
Ciddileşme Zamanı
Bu yazı, milyarlarca insanın olduğu dünyada, ne kadar genişletirsek genişletelim yetersiz kalır. Çünkü insan sayısı kadar farklı hayat algısı vardır. Konuyu derli toplu tutmak için bazı ön kabuller ve varsayımları kabul etmemiz gerekir. Örneğin biz, bu yazıda, %1’lik dilime girmiş, bir miktar kendinden ve keyif aldığı şeylerden haberdar, üniversite okuyan bir genci ele alıyor olalım. Sadece bu cümle bile çok dar 3 kabul aralığını işaretliyor. Bunun dışında kalanlar ne olacak? Bilmiyorum. Ama yazının kendisi yazıya örnek teşkil etti. Demek ki böyle bir konu yazmadan önce çok daha iyi planlama yapmak, hangi aralıkta, neleri kapsayacak daha doğru hesaplamak gerekir. Gördünüz mü? Önceden planlamak böyle bir şeydir…
Artık ilk gençlik savaşından çıkan kişinin hayata biraz daha ciddi bakması gerekir. Artık sorumluluk alacağı zamanlar yaklaşmaktadır ve mantıklı olan kendisini o zamanlara hazırlamak olacaktır. Hazırlayacaktır da, nasıl?
İlk olarak biraz ciddileşmesi gerekiyor. Artık bir sonraki sevgilisi, bu yaz tatile nereye gidileceği, hangi oyunu oynayacağı ya da hangi konsere gideceği planlarının yanında, geleceği ile ilgili planları da hayatına katmalıdır. Bu planlar sıkıcıdır, muğlaktır, zordur. Ama hayat da genellikle sıkıcıdır, muğlaktır ve zordur. O dönemde çok detay planlamadan ziyade, ne yapmak istediği ile ilgili kafa yorması gerekir. Bunu tam netleştirmenin yolu çeşitlemeden geçer. O yıllarda yapabildiğiniz kadar farklı şey yapın. Bulaşabildiğiniz her tarz işe bulaşın. Tiyatro yapın, bir yerlerde çalışın, okuduğunuz bölümle alakasız etkinliklere katılın, bilim projelerine girin, şiir ve edebiyat kollarına takılın. Bu çeşitlemeyi ne kadar arttırırsanız kendinizi bir çok açıdan deneme ve anlama fırsatı da yakalarsınız. Sanatla aranız nasıl? Sahnede rahat mısınız? Edebiyat güçlü mü? Takım çalışması yapabiliyor musunuz? Teknik zekanız mı sosyal zekanız mı üstün? Çabuk sıkılıyor musunuz? Araştırmacı yanınız iyi mi? Baskın mısınız, içe dönük mü? Daha yüzlercesini yazabilirim buraya…
Dikkat ederseniz aslında şu an planlamayı planlıyoruz. Planlama için bilgi ve vizyon gerekli dedik ya; bilgimizi, farkındalığımızı ve dolayısıyla vizyonumuzu inşa ediyoruz. Henüz anlamlı bir planlama için erken. Yapsak da, hayat karşımıza neler çıkaracak kim bilir. Ama ben, hayat beni aklımda zannettiğimden çok farklı yönlere sürüklese de, öz farkındalığı yüksek ve ayakları yere basan biri olmak isterim ve öyle olanları severim. Tamamen “saldım çayıra mevlam kayıra” işi koyunsanız işe yarar, insansanız değil!
Kendimize Hedefler Koysak mı?
Hedef koyma konusu, iş dünyası yazınının da popüler konularından biridir. Doğru hedefler belirleme ve işletmeyi bu hedeflere yönelme konusunda denetleyerek yönetme işi çok önemli ve hassas bir konu. Şimdi onun detaylarına giremeyiz ama o konuda da her zaman söylediğim gibi; hedef belirleyebilmek, bunları makul, mantıklı, ulaşılabilir tutmak ayrı bir ustalık işidir. Ancak tek başına hedef koymak hiçbir işe yaramaz. İnsan kendisine hedef değil rota belirlemelidir.
Bir kaptan olduğunuzu düşünün. Bir limandasınız ve hedefiniz bir başka limana gitmek. Asla geminin burnunu o limana çevirip yelken basamazsınız. Sizin bir rotaya ihtiyacınız vardır ve bu rota, çok kısa değilse, asla doğrusal değildir. Kaptan yol üzerindeki sığ yerleri, akıntıları haritada işaretler. Rüzgarı hesaplar. Olası fırtınaları öngörür. Bir problem olursa diye acil durum planlarını da yapar ve öyle yola çıkar. Yol boyunca da sürekli olarak kendine bazı “kerteriz noktaları”1 belirler ve planladığı zamanda onları kontrol ederek rotada devam ettiğini doğrular.
Kendi hayatınızda da bu şekilde davranmalısınız. Örneğin hayallerinizi büyük bir balerin olmak süslüyorsa bunun rotasını çizmelisiniz. Bu hedef kaç yıl sürer, hangi adımlar atılır, doğru rotada gittiğinizi hangi ara hedeflerle doğrularsınız? Tabi buna yeteneğiniz ve çileli yoluna katlanmaya niyetinizi de sorgulamalısınız. Hiçbir kaptan bir kayıkla okyanusa açılmaz. İstek, yetenek, planlama tamam da, doğru donanım, planlamadan da önce edinmeniz gereken bir şeydir.
Özetlersek; iyi bir yönetici olacağını düşünen ve ileride GM, CEO gibi ünvanların hayalini kuran birinin önce bunu istediğine emin olması gerekir. Sonra rotada ilerlerken hangi yetkinlikleri kazanması gerektiğini, hangi özelliklerin onu farklı kılacağını da “kerterizler” arasına eklemesi lazımdır. Bu yetkinlikler onu doğru donanımda kılacaktır. Kendisine 5 yıl içinde müdür olurum, 2 yıl içinde genel müdür yardımcısı olurum, 3 yıl finans direktörlüğü yaparım, 3 yıl sonra Genel Müdür olurum, 4 yıl sonra da filanca şirketin CEO su olmak istiyorum şeklinde bir rota belirleyebilir. Rotasına uygun donanımları edinmek için gerekli bilgi ve becerileri kendisine kazandıracak eğitimleri almak ve tecrübeleri eklemek konusunda da karar alabilir.
Sonra?
Bu aşamadan sonrası karışık işte. İnsanın elinde olan, yapabildiği 2 şey vardır; niyet etmek ve eyleme geçmek. Sonrası onun elinde değildir ve gerçekleşen, bir çok kez, hedeflenenden çok farklı olabilir. Ama mühim olan bu değil zaten. Şartlar değiştikçe rota da değişir ve yeni hedeflere niyet etmeye ve yeni eylemlere başlar insan. İşte burası kafaları karıştıran yer. Ne hedeflersen hedefle hayatta “yazın” ne ise o olur dedikleri, sizi hedef belirlemek ve bunun için eyleme geçmenin salakça, anlamsız bir iş olduğuna inandırdıkları yer burasıdır. “Kader” dedikleri yer, burasıdır.
Kader Meselesi
Kader kavramının ne olduğunu İslam dünyası 1400 yıldır tartışıyor. Ama tartışma çok daha eskilere dayanıyor. Çok incelikli, çok zor anlaşılan bir konu ama biz en yanlış yorumundan – ki maalesef en yaygın algısı bu – bahsedelim.
Allah, istisnasız şekilde her şeyi bilmektedir ve yine tartışmasız şekilde geçmiş ve gelecek tamamı ile kontrolü altındadır. Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile ” Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır. – En’am Suresi 59. ayet)”
Ancak bu gerçeği alıp insanın yapmakta olduğu şeyi zaten yapmak zorunda olduğu için yaptığını, olanı değiştirmeye gücünün yetmediğini, her şeyin daha insan doğmadan en ince ayrıntısına kadar yazıldığını ve insanın bu yazılanı yerine getirmekten başka bir şey yapmadığını düşünmek kadere inanmak değil, kaderciliktir.
Gelecekteki ya da kaçınılmaz olduğu düşünülen olaylar karşısında boşvermişlik benzeri bir tutum. Friedrich Nietzsche yazgıcılığın bu biçimini Türk yazgıcılığı olarak adlandırır.
En uç şekli ile Cebriyye akımında gördüğümüz bu kader anlayışı maalesef İslam dininin kodlarına derin işlemiş ve bozulmalara yol açmıştır. Hayatı böyle yorumlamak, suçu ve sorumluluğu hep Tanrı’ya atmaktır aslında. Kabe’ye vinç düştüğünde, tren kazasında bir çok can gittiğinde sorumlulardan duyduğunuz “Takdir-i ilahi, kaderleri böyleymiş” sözü bu yozlaşmış sorumsuzluktan başka bir şey değildir.
Halbuki okusalar, Kur’an’ın cahiliye Araplarının bu tür kaderci yaklaşımlarını ağır şekilde eleştirdiğini ve hayatın böyle okunmasına karşı çıktığını görebilirler;
…Çünkü müşrikler şöyle derler: “Eğer Allah dileseydi ne biz ne atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye ibadet etmezdik…” (Nahl: 16: 35) Allah’a ibadet etmiyoruz: Çünkü Allah ibadet etmemizi dilememiştir. Dolayısıyla ibadet etmemek, bizim kaderimizdir. İslâm bu yaklaşımı, insanı aşağılayan bir sapkınlık olarak görür ve reddeder.
Kur’ân, kaderi ortaya koyarak hüküm çıkarmanın ne kadar sathi ve çarpık bir anlayış olduğunu müşriklerin kaderci mazeretine atıf yaparak somut bir şekilde ortaya koyar: “Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?” (Yasin 36: 47) Bu söz, “Allah’ın size verdiği rızıktan fakirlere verin” çağrısına müşriklerin verdiği cevaptır. Onlara göre Allah fakiri doyurmayı dilememiştir. Onların kaderi aç kalmaktır. Açları doyurmak bize düşmez. Kur’ân, kadere atıf yaparak böyle bir hüküm çıkarmayı bütün insani ve ahlâki değerleri yok saymak olarak görür ve eleştirir.
Fay hattının üzerine kumdan binalar diken, insan-eşya ilişkisini dikkate almadan hevesin ve çıkarın ürünü olan yapılaşmanın önünü açan kişilerin ‘deprem sonucunda yaşanan ağır kaybı’ madem Allah bunu diledi, bu bir kaderdir, şeklinde hüküm çıkarmaları Allah’a iftiradır. Kendi kusurunu, ihmalini, hırsızlığını ve ahlâksızlığını Allah’a isnat etmektir. İnsana düşen görev eşya ile doğru ve ahlâklı bir ilişki kurmaktır.(3)
Belki de bu konuda ayrı bir yazı yazmalıyız. Ama anlatmak istediğim anlaşılmıştır sanırım.
Biz ne kadar planlasak da hayatımızın çok az bir kısmı kontrolümüz altındadır. Nerede, ne zaman, kim olarak doğacağımızı seçmedik. Yaşadığımız coğrafyanın kaçınılmaz sonuçlarını seçmedik, en önemli iş görüşmesine giderken trafik kazası geçirmeyi de seçmedik. Ama bu, hayatın tamamen kontrolümüz dışında olduğu yanılgısını uyandırmasın sizde. Eğer insana irade, karar verme, seçme özgürlüğü verilmediyse; eğer insan bir şeye niyet etme, onu arzulama ve o yönde çabalama yeteneğine sahip değilse; biz ölünce neyin hesabını vereceğiz acaba? Allah kendi mecbur bıraktığını mı sorgulayacak? Neden cennet ve cehennem olsun ki? Böyle saçma bir Tanrı’ya ben inanamam kusura bakmayın…
Hepimiz seçimler yapar ve bunun sonuçlarını yaşarız. Kader, yüce Allah,ın her şeyi kurala bağlaması, evrenin tüm kodlarını yazması demektir. Kadere iman etmek, her şeyin Allah’ın yazdığı kanunlara göre davranacağını anlamak demektir. İyi bir insan da, kötü bi insanda 20. kattan kendini bırakırsa düşer ve ölür. Çünkü yerçekimi kaderdir. Gayret eder ve çabalarsanız, başınıza başka bir şey gelme olasılıkları dışında, daha başarılı olursunuz zira çaba ve gayret ile daha iyi olma da kaderdir. Neyi sürekli yaparsanız yapın, onda iyileşirsiniz. İnsanların aceleciliği, kinciliği, arzuları vs. de kaderdir, yani kodlama bu şekildedir. Bina yapmadan önce zemin etüdü yaparsanız ve doğru malzeme kullanırsanız binanız yıkılmaz, kum zemine derme çatma 10 kat bina yaparsanız en ufak sarsıntıda gider. Çünkü kumun hareketleri de, mukavemet formülleri de, malzeme dayanımları da kaderdir.
O’nun bir şeyi takdir etmesi, o şeyi bir ‘ölçü’ ile yaratıp, ona bir ‘yasa, konum, durum, zaman, mekân, süre’ tayin etmesidir. ‘‘O’nun takdirinin dışında hiçbir şey yoktur’’ demek, ‘‘O hiçbir şeyi başıboş ve gelişigüzel yaratmamıştır’’ demektir. Yarattığı her şeyi bir ‘kader: ölçü’ ile yaratmak da, O’nun takdiridir.
Allah görünen ve görünmeyen iradesiz varlıkların kaderini, koyduğu yasalara tabi kılmıştır.(2)
Son olarak “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. İsra, 13 (4)” ayeti bu konuda başka söz söylemeye hacet bırakmaz sanırım.
Bu konuyu uzattık biraz ama önemli. Bilmelisiniz ki, 1000 kere bozulsa, başka yöne kaysa, tutmasa da biz yine o an bilgi ve görgümüze göre yeni bir rota çizeceğiz kendimize. Zira “İnsan seferden sorumludur, zaferden değil.” derler. Sen niyet et, gayret et, gerekli önlemleri al, gerekli donanımı edin sonuç gelirse gelir, gelmezse gelmez. Sen kendine hesabını ilk kısımdan ver. Son kısım elimizde değil.
Olgunluk Çağı
İlk gençlik zamanını geçtik, kendimizle ilgili farkındalığımızı arttırdık ve hayatımızda olmasını istediğimiz teknik ve duygusal hedeflerle ilgili rotalar çizdik. Bu rotalarımıza göre yolculuğa başladık. Yol boyunca göreceğiz ki, hem doğru bildiklerimiz, hem istediğimizi zannettiklerimiz, hem de bulduklarımız çok ama çok değişmiş. Çünkü aslında her birimiz bir projeyiz ve hayat bizi hiç farkında olmadığımız yollarla hem sınamaya hem de evriltmeye sürekli devam ediyor. Birçok sıkıntı, musibet gelecek başımıza, bir çok güzel an, mutlu zaman da. Yeni rotalar oluşturacağız sürekli ve yeni maceralara gireceğiz. Ama artık bilgi ve becerilerimize ek olarak tecrübemiz de var. Ne istediğimizi ve ne istemediğimizi daha iyi biliyoruz bu çağda.
Bir çok insan bu hedef – rota işini kariyer basamakları ile sınırlıyor ve sadece onu anlıyor. Halbuki iş, hayatımızın küçük bir parçası ve onun dışında bizim kişisel bütünlüğümüzü ve genel hayat tatminimizi etkileyen bir çok unsur var. Annemle daha iyi ilişkiler kuracağım, doğru dürüst bir sevgili bulacağım, 20 kilo vereceğim, daha çok yazı yazacağım, şiir kitabı basacağım, hayatımda daha fazla sanata, tiyatroya yer vereceğim, düzenli spor yapacağım gibi cümleler de gayet hedeftir ve aynı şekilde rotalar gerektirir. Hayatta memnun olmadığınız, değiştirmek istediğiniz ya da gelişmesi gerektiğini hissettiğiniz her şey hedeftir.
9 yaşındaki oğlum kendisine bilgisayar programcısı olma hedefi koydu geçenlerde. Ona da rota işini anlattım ve 6 aylık kerterizler koydum. İlk iş youtube videoları izlemeye başladı. 3 gün sonra bunun sıkıcı olduğunu, pek bir şey anlamadığını, belki de bunun için yaşının küçük olduğunu söyledi. Rotayı sildi ve yeni bir tane yazdı. 7 yaşındaki ise kendisine bisiklet alma hedefi koymuştu. İç güdüsel olarak rota çizdi; kaç bayram olması gerektiğini ve kaç el öpeceğini hesapladı. Şimdi her bir bayram sonrası hedefine ne kadar yaklaştığını ölçecek.
İşte hayata hedefler ve gayretler penceresinden bakmak bu kadar yalın ve güzel aslında.
Yazının başında insan hayatını 4 evreye, hedefleri ise teknik ve duygusal olarak ikiye ayıralım demiştik. Çok uzatınca kızdıkları için aslında aklımdan geçenlerin çoğunu bir başka yazıya bırakalım. Zira insanın orta yaş sonrası hayata bakışı da hedefleri de belli bazı değişimler geçirebiliyor. Ayrıca teknik hedeflerle duygusallar için de söylenecek çok söz var.
Soru, hayatımızı hedeflerle mi planlamalıyız ise cevabım koca bir evet!
Soru, bu planlara göre mi gidecek hayatımız ise, cevabım koca bir hayır!
Hayat ben plan yaparken başıma gelen şeyler ise neden plan yapalım ki diyorsanız; cevabım ya yazıyı baştan okuyun ya da sayfayı kapatın da birbirimizi üzmeyelim!
Görüşmek üzere…
Soru ve eleştirilerinizi esirgemeyin lütfen…