Murat Turan/ Mayıs 8, 2019

Eskiden bu kadar önemli değildi reklam ve reklamcılık sektörü. Ama çeşitlenen iş kolları, aynı işi yapan birçok kişi ve firmanın bulunması artık bunu hayatımızın olmazsa olmazları arasına soktu. Çok eski zamanlarda, insanlar belli iş kollarında hayat sürerken; kimin demirci, kimin nalbant, kimin fırın ustası, kimin asker olduğu çok net belli iken böyle bir ihtiyaç yoktu. Bir köyde iki demirci olmadığı için adını duyurmaya gerek de yoktu.

Artık öyle değil ve asla eskisi gibi olmayacak. Öne çıkmak, hatırda kalmak, adını duyurmak için çeşitli yollarla reklam yapmaya devam edecek kişiler ve kurumlar.

Sorun şu ki; biz reklamı sadece ürünler ve hizmetler üzerinden düşünüyoruz. Kendi reklamını yapma konusunun, bir çok profesyonelin, ki bunlara ben de dahilim, gündeminde olmadığını, bunun üzerinde düşünmediğini ve çok eksik noktalarından biri olduğunun farkında olmadığını görüyorum.

Kişisel Reklam Eksikliği

Bu koçluk yapmaya çalışma işi bana farklı vizyonlar ve bugüne dek farkında olmadığım açılar katmaya devam ediyor. Yakın bir dostum ile son dönemde yaptığım görüşmeler bana bu reklam yapma işine daha yakından bakmam gerektiğini gösterdi.

Danışanın temel sorunu; anlaşılmadığını, yeterince takdir görmediğini ve işleri düzeltmesi için gerekli sabrı ve zamanı yönetimden alamadığı şeklindeydi. Bunun kendisi için geçerli olduğunu düşünüyor ama başkalarına çok daha anlayışlı davranıldığına, kendisine haksızlık edildiğine inanıyordu.

Ben kendisini iyi tanıdığım için, işinin ehli olması konusunda da çalışkanlığı konusunda da ona sorular sormadan ne olduğunu biliyordum. Ancak yine de sordum. Sorumlu olduğu alandaki büyük problemlerden, bunların ne kadar karmaşık sorunlar olduğundan, kökleşmiş problemler ve bozuk bir kurum kültürü ile boğuşmak zorunda kaldığından bahsetti. Doğal olarak bir şeyleri değiştirmek için yoğun bir çaba sarf etmesi, ataleti yenmesi ve bir süreç içinde yavaşça ilerleme kaydetmesi gerekiyordu.

Gerçekten de anlamlı kültür değişiklikleri hızla yapılamaz. Hem sağlam bir vizyon ve yönetim desteği, hem iyi bir liderlik hem de Eyüp Sultan sabrı gerektirir.

Danışan göreve geldikten sonraki 1 yıl içinde aslında atması gereken sağlam adımları atmıştı. Yavaşça sistem değişmeye de başlamıştı. Ama karşılaştığı tüm problemleri kendi içine atıp boğuşuyor, kafasında ilerleme ile ilgili kimseye bilgi vermiyor, gelişmelerle ilgili raporlar hazırlamıyordu. Düzenli yapılan toplantılarda hala işlerin düzelmediği ile ilgili tüm eleştirileri “eyvallah” deyip dinliyor ancak geri dönüş yapmıyordu. Çünkü ona göre bu konuda mazeretler üretmek, sıkıntıları sayıp dökmek, sanki matah bir şey yapmış gibi, zaten olması gereken şeyleri düzenleyip yapmaya başlamayı iyileştirme yapmış gibi anlatmak ahlaksızlıktı.

Dinledikçe bir çok konuda hemfikir olduğumu hissediyordum. Ben de öyle düşünüyordum ama koçluk yorum yapmamayı, hak verme ya da eleştirme yapmadan dinlemeyi gerektirdiği için dişlerimi sıkıp dinlemeye ve sorular sormaya devam ettim.

Konu giderek benim “kişisel reklam eksikliği” dediğim ama tam olarak doğru ifadenin bu olduğundan da emin olmadığım bir noktada toplanıyordu. Görüşmeyi bu eksikliği anlayarak ve bu konuda bazı girişimler yapmaya karar vermesi ile tamamladık. 1 ay sonra yeniden bir araya gelmek ve varsa değişimi değerlendirmek istediğini de belirtti. Ben de merakla bekliyorum.

Müşterinin Haberi Yok Kardeşim

Markete gidiyor ve istemsiz şekilde bir bisküvi alıp çıkıyorsunuz. Oldukça bilindik bir marka ve bin bir reklam ile hafızanıza kazınmış durumdalar. Çok da düşünmeden satınalma kararını veriyor ve çıkıyorsunuz. O an dünyanın en iyi ve en kaliteli bisküvileri üreten firmanın sahibi de sizi izliyor ve kendi markasını seçmeyip gidip, ona göre, dandik olan bir markanın malını almanıza içerliyor. Kendi kendine: “Bu tüketici de ne kadar aptal. Harika bir ürün dururken gidip dandik bir mallara bir sürü para veriyorlar” diye düşünüyor.

Sen dünyanın en harika bisküvisini yapıyor olabilirsin. Bu güzel de, müşterinin haberi yok kardeşim. Ürünü doğru kanallarla tanıtmadıysan, müşteride farkındalık yaratmadıysan, kendini öne çıkarmadıysan kim neden takdir etsin seni? Kalite reklam istemez, iyi ürün kendini satar diyenlerdenseniz bilin ki bu ancak tüketici o ürün ya da hizmetten ve onun üstün kalitesinden haberdarsa olabilir. Bir köyde yaşayanların tümünü tanıyabilirsiniz ama büyük şehirde aradığınızı asla bulamazsınız.

Bu anlatılan bisküvi gibi bir ürün için gayet doğal ve mantıklı geliyor kulağa. Tabi ki öyle diyoruz. Ama aynısının, aynen kişisel olarak sizin için de geçerli olduğunu anlamalısınız. Artık her ne satıyorsanız ve kime satıyorsanız o müşterinin sizden haberdar olmasını sağlamak zorundasınız. Yoksa dandik mal yapan adam sizin kalitenize rağmen ürününü satıverir. Hiç ağlamayın ondan sonra…

Siz ne satıyorsunuz?

Daha önce bahsetmiştim. Ne sattığını anlamayan birinin onu doğru pazarlaması da imkansızdır. Yukarıda örnek olarak paylaştığım dostum bir yönetici idi. Peki bir yönetici ne satar? Hangi hizmeti satın alır sizden işveren?

Bir yönetici, her şeyden önce amiri her kimse ona ve dolayısı ile işletmeye, sorumlu kılındığı iş ile ilgili konfor satar. Ben birini bir pozisyona aldığımda artık o pozisyon için kaygılanmamam gerekir. Bilmeliyim ki o kişi işi ele alır, gerekli önlemleri görür, problem varsa haber verir vs… Ben onu işe aldıktan sonra hala işlerin yürümediği, pek bir şeyin değişmediği, doğru hamlelerin yapılmadığı yönünde bir “hisse” sahipsem o atama olmamış demektir.

Öyleyse ilk iş, sattığınız bu hizmeti müşterinize doğru şekilde anlatmak olmalıdır.  Genellikle yaptığımız hata, yöneticinin öncelikli beklentilerini anlamadan kendi kafamızdaki doğrulara başlamak, uzun süreç isteyen ana iyileştirmelere girişmek ama bu arada, yöneticinin “hissiyatını” düzeltecek küçük gelişmeleri, toparlanma hissini, işin ehli olduğunuzu ve süreçle ilgili planlarınızı gösteren yol haritanızı anlatmamaktır.

Bu, bugün modern pazarlamacılıkta öğretilen ana ilkelerdir aslında. Müşterinin ihtiyacını iyi anla, onun gibi düşün, onda sadece materyalist ürün algısını değil, mutluluk, konfor, prestij gibi duygulara hitap eden bir algı da oluştur.

Aslında bir konfor ve rahatlık hissi sattığınızı ve bunu karşıda uyandırmadıkça başarılı olarak addedilmeyeceğinizi anladıktan sonra artık bu konuda bazı eylemler yapabiliriz.

Büyük düşün, Küçük İşler Yap

Bu konuda püf nokta küçük başarıların, Japonların “Kaizen” adını verdikleri küçük iyileştirmelerin hem kişisel başarı hissinizde, hem ekibinizin moralinde hem de yöneticilerinizin hisleri konusundaki mucizevi etkisini unutmamaktır. Elbette daha sisteme yönelik, daha köklü, daha zahmet isteyen projeler de olacak. Elbette enerjinizin çoğunu harcamanızı gerektirecek problemli durumlarla da karşılaşacaksınız. Ama büyük resmi görememek ne kadar sorunsa, büyük resme takılıp küçük başarıları es geçmek de o kadar sorundur. Küçük küçük düzenleme ve başarılarla kendinize, ekibinize ve yöneticinize nefes araları vermezseniz tükenme ve nefessiz kalma olasılığınız çok yükselir. Bu küçük projeleri es geçmeden yıllık ve 3 yıllık planlarla, ara başarı noktaları ile iş yapıp bir de bunları doğru şekilde anlatırsanız, kişisel reklam işini de ekip reklamı işini de tam yapmış olursunuz.

Bir çok çalışan, aslında hiç bir değer üretmediği halde sadece boş reklamla kendini satan ve bu şekilde prim yapanlardan şikayetçidir. Yalan reklamla bir müddet işinizi görebilirsiniz ama uzun vade ipliğiniz pazara çıkar. Ancak kurumsal hayatta kendini pazarlamayı çok iyi beceren ama aslı boş insanlara hep rastlayacağız. Bu kötü ve ahlaksız bir davranıştır. Ama çok iyi olduğu halde kendini ifade edememek, doğru şekilde reklamını yapmamak ve hak edilen pazar payını kaptırmak da takdir edilecek bir şey olmasa gerek.

 

“Kendini iyi satma” olarak ifade edilen ve ben dahil birçok kişide aslında olumsuz bir his yaratan eylem bugüne dek zannettiğim kadar kötü ve alçakça değil galiba. İş görüşmesine hazırlıklı gitmek, gideceğin firmanın ihtiyaçlarını anlayıp kendinin ilgili özelliklerini ön plana çıkarmak da bu kapsamda mesela ama kim buna kötü ya da yanlış diyebilir ki?

Neden bunca zamandır bu kadar kaçtık bundan?

Neden “İşimizi yaparız gören görür, görmeyenin kendi sorunu” küstahlığına kapıldık?

Ekşi sözlükte kavramı arayınca bakın ne diyor:

Potansiyelleri zayıf olmasına karşın, tavırları, oynadıkları roller, ikili ilişkilerde oluşturdukları muntazam üsluplar ve organik bağlar (hamili yakınlık) bakımından hak etmedikleri bir şekilde  toplum içinde konum, itibar, kazanç ve vasıf edinmiş ve de bu sayede içinde bulundukları sistemden en iyi şeklide faydalanan insan ya da insanlar bu kapsama dahil edilebilir. En büyük silahları, entrika, dedikodu, yalakalık, cemaat adamı olmak, adam kayırmak, hemşehricilik ve kendilerini ağırdan satmak gibi vasıflardır.

 

Bu kapsamda çok insan gördük ve bunun içine girmek rahatsız etti bizi belki de kim bilir. Ama sonuçta kötü bir ürün iyi reklam yapıyor diye ne reklam yapmak kötüdür diyebiliriz ne de reklam yapmaktan vazgeçebiliriz.

Oturun düşünün, taşının. Şikayet ettiğiniz durumların bazıları kendinizi doğru şekilde ifade edememenizden kaynaklanıyor olabilir…

 

Not: Uzun süredir yazamadım bir türlü; gönderdikleri e-postalarla, sözlü serzenişlerle beni bu konuda eleştiren tüm güzel insanlara teşekkür ediyorum. Bazen buraya yazacak kadar enerji olmuyor bende. Gündem, ülkenin çirkin ve kirli siyaseti gibi konularda yazı isteyenlere ise maalesef diyorum. Korktuğumdan ya da fikrim olmadığından değil. Bazen pislik o kadar aşikar oluyor ki, tarife gerek kalmıyor. Ne diyim, içimizin sıkıntısına ve gelecekle ilgili karamsarlığa da sabredip yola devam edeceğiz…

 

https://eksisozluk.com/bes-para-etmedigi-halde-kendini-iyi-satan-insan–700062

Share this Post